Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Rotası 4
-Özbekistan Bölümü-
03.08.2018 (17. Gün)
Jerge Tal (Kırgızistan) – Taşkent (Özbekistan)
Sabah namazı için kimse gelmediği için saat 7:30 a kadar deliksiz bir şekilde uyumuşuz. Topralanıp hemen yola çıktık. Celalabad, Uzkend tarafından Osh şehrine geldik. Burada bir restoranda aç karnımızı doyurduk
Aslında buradan önce Uzkendi de gezecektim ama moraller sıfır olunca burayı es geçtik. Dün gece geldiğimiz dağ yolunda da interkomu kaybettiğimden iletişim de kuramadık. Osh’u gezelim dedik, sonra fikir değiştirip yola devam etmeye kara verdik. Hedef Taşkent. Andican sınır kapısına geldik, zaten Osh şehrine 30 km. kadar yakın bir kapı. Sınırda Rusya’da doldurduğumuz gümrük deklarasyon belgesini aldılar. Sınırı çıkarken de 200 som havayı kirletme vergisi aldılar. Bunu da gümrükte bulunan bir kiosk makinesinden ödedik. Bunun dışında sorun yaşamadık. Özbekistan tarafına geldiğimizde de çok sıkıntı yaşamadık. Girişte özellikle migrasyon ve gümrük deklarasyonu var mı? diye sorduk. Olmadığını söylediler.
Özbekistan’a geçtikten 200 km sonra yakıtımız azaldı, sınırda yedekleri de koymuştuk zaten. Şurda vardır burada vardır derken hiçbir yerde benzin bulamadık. Her yerde gaz var. Metan Gaz yazan istasyonlar tıklım tıklım dolu, ama benzin istasyonu yok. Zaten gitmeden önce burada benzin sıkıntısı olduğunu biliyordum. Burada benzin çok pahalıymış (onlara göre) o yüzden kamyonlar bile gaz ile çalışıyor. Haritadan baktığımda ise başka yerleşim birimi olmadığını gördüm. Giderken sanayi gibi bir yere geldik, onlara nereden benzin bulabileceğimi sorduğumda yakındaki bir dinlenme tesisinde olduğunu söylediler. Gittik gerçekten de karaborsa şeklinde bidonlarla el altından satıyorlar. Normalde 90 oktan benzin 430 som iken karaborsa da 80 oktan benzin 730 som. Neyse dedik depoları fulledik.
Yakıtları aldık yola devam ettik. Ahangaran’a 15 km. kala Emre motordan çakıl sesine benzer bir ses geldiğini söyledi. Bir şey olmaz herhalde deyip yola devam ettik. Bir 10 km. gittikten sonra ışıklarda Emre birden kayboldu, ışıklara takıldı her halde deyip yavaş yavaş devam ettim. 5 km. gittim Emre hala yok, arkamdan gelen araçlar da arka tarafı gösterince epey korktum. Dedim herhalde bu kaz yaptı. Hemen karşı şeritten geri döndüm. Bir taraftan da inşallah bir şey olamamıştır diye dua ediyorum. Biraz gittikten sonra motoru ve Emre’yi yol kenarında beklerken görünce sevindim.
Meğer motor arıza yapmış. Giderken gösterge birden kararmış. Emre’de stop edip tekrar marşa basmış. Basmış ama kimse yok. Dedik herhalde akü bitti. Çevreden hemen bir oto elektrikçi buldum, o elektrikçi de ben motordan anlamam deyip motor tamircisine yönlendirdi. Adamın dükkanına gittim, adam Rus, Özbekçe bilmiyor, İngilizce zaten yok. Çeviri ile çat pat anlaştık. Adamla beraber motorun yanına gelip, yanında getirdiği akü ile marşa basmayı denedik yine kimse yok.
Biraz daha uğraştık ama nafile. Burada da BMW den anlayan kimse yok zaten. Emre’de bu bir uyarı herhalde, ben geri dönüyorum dedi. Yakınlarda bir kurtarıcı bulduk. Adamla Taşkent Havaalanı kargo bölümüne kadar 40 dolara anlaştık.
Ciesi kurtarıcıya yükleyip 60 km. ilerideki Taşkent’e getirdik. Kargo binasına geldiğimizde saat 20:00 olduğundan işlem yapılmıyor dediler. THY ofisi kapalı olduğundan Özbekistan havayolları yetkililerinden rica edip motoru kargo binasında bıraktık. İki km. yakında olan Havaalanı Terminal binasına gidip THY yetkilisi aradık ama kimseyi bulamadık. Zaten Taşkent havaalanı bizim buradaki şehirlerarası otobüs terminali kadar bir yer. Gece işleri halledemeyince havaalanın önünde yeşil bir alana çadırı kurup geceyi burada geçirdik.
04.08.2018 (18. Gün)
Taşkent (Özbekistan)
Sabah erkenden kalkıp terminal binasındaki THy ofisine gittik. Baktık ki hala kapalı. Oradan birinden yetkili personeli aramasını rica ettik. Aradığında bugün Cumartesi olduğundan gelemeyeceğini söyledi. Gelse bile akşam beşten sonra gelebileceğini ama motosikletin çıkış işlemlerini halledemeyeceğini söyledi. Biz de mecburen motorun yanına gidip Özbekistan Havayollarından yetkili ile görüştük. Bize motorun akşam 17:00 uçağı ile Türkiye’ye gönderebileceğini söyledi. Uzun pazarlıklar sonucu 840 dolara Türkiye’ye transferi konusunda anlaştık.
Bizden motosiklet için gümrük deklarasyonu istediler. Biz de sınırda özellikle istediğimizi ama motosiklet için lazım olmadığını söylediklerini ilettik. Birkaç yeri aradılar, illa o belge lazım diye direttiler. Napacağız diye sorduğumuzda da sınıra tekrar gidip o belgeyi almamız gerektiğini söylediler. Sınır kapısı dedikleri yer 400 km. git gel 800 km. yol. Dedik başka çaresi yok mu? Birkaç yeri daha aradı, en son 60 dolar verin hallederiz dediler. 40 dolara anlaşıp o işi de hallettik. Gümrük binasından içeri girip motosikleti sarıp sarmaladık, akünün kutup başlarını falan söktük. Bendeki çadırı, uyku tulumunu, matı ve diğer işime yaramayacağını düşündüğüm tüm eşyaları da paletin içine koydum. Motoru teslim edip Emre’ye bilet almak için terminal binasına geldik. 574 dolara aynı akşam 17:00 ye bilet aldık.
Bütün işlemler bittikten sonra Emre ile vedalaşıp, ben kaldığım yerden devam ettim. Şehre yakın ilk noktam Kukeldas Medresesi oldu. Burası 1570 yılında Shaybanid Hanedanlığı tarafından inşa edilmiş. Taşkent şehrinin ilk cuma mescidi bu medrese imiş . Şu anda eğitim için kullanılıyor . Özbekistan’ın en eski camilerinden biriymiş.
Medrese sarı tuğladan yapılmıştır ve büyük bir portal ve iç avluya sahip geleneksel bir kare şekline sahiptir. İç avlu etrafındaki duvarlar, öğrencilerin yaşadığı hücreleri içerir. Portal 20 metre (66 ft) yüksekliğindedir ve yanlarında iki kule vardır.
1830-1831’de medresenin birinci katı yıkıldı ve tuğlalar yakındaki Beklarbegi Medresesi’ni inşa etmek için kullanıldı. Daha sonra restore edildi. Medrese, 1868’de depremden zarar gördü ve daha sonra 1902-1903’te yeniden inşa edildi. 1950’lerde yeniden yeniden inşa edildi ve 1966 Taşkent depreminden kurtulan sadece birkaç dini binadan biri oldu.
Buraları gezdikten sonra yola devam ettim. Yaklaşık 300 km. daha sürerek, 21:00 gibi Semarkand’a geldim. Saat 22:00 gibi Booking’den uygun bir hotel bulup yerleştim. Duş alıp, yemek yedikten sonra şehir turu yapıp tekrar hotele gelip günü kapadım.
05.08.2018 (19. Gün)
Semerkand – Buhara
Sabah erkenden uyandım, fiyata dahil olan kahvaltımı hotelde yaptım. Bir gecelik hotel ücreti 100,000 som. İdi. Burada Koreden çıkıp buraya gelen iki Koreli motorcu ile tanıştım, adamlar efsane yol yapmışlar. Hatta biri Türkiyeye kadar geldi, burada motoru arızalanınca tamirini beklemedi ve İstanbulda bir motorcuya hurda fiyatına sattı. Motorda F800 GS idi. Motorcuyu BMW ciler tanır ama buradan isim vermek doğru olmaz herhalde. Ülkesine uçakla döndü
Bu rotayı yapmamdaki en büyük etken Semerkand, Buhara ve Hive şehriydi. Ben tarihi çok severim, o yüzden İslam Tarihinin en önemli şehirleri Özbekistanda bulunduğundan bu geziyi yapmamın amacı buydu.
Motoru hotelde bırakıp, hemen yakında olan Registandan başladım. Registan. Burası Timur İmparatorluğu zamanında Semerkanın kalbi imiş. Registan ismi ise çöl ya da kumluk yer anlamına geliyormuş. Burası aynı zamanda kraliyet ilanlarının yapıldığı, infazların yapıldığı a bir alanmış. Burada üç adet medrese bulunur. Uluğ Bey medresesi, Sherdar Medresesi ve Tilla Kari Medresesi
Uluğ Bey Medresesi:
Bu medrese Timur İmparatorluğunun 4. Sultanı Ulug Bey tarafından 1417 1420 yılları arasında yapılmış. 15. Yüzyıldaki en önemli üniversitelerden biriymiş. Uluğ bey tarafından dünyanın dört bir yerinden 70 e yakın ünlü alimler bu medreseye getirilip eğitim vermesi sağlanmış. Burada ağırlıklı olarak matematik ve astronomi ağırlıklı eğitimler verilmiş. Ulug Bey vefat edince buranın bilimsel özelliği kaybolmuş ve 17. YY sonuna kadar ilahiyat ağırlıklı eğitim verilmiş. Sovyetler Birliği zamanında ise bu güzel yapı tahıl ambarı olarak kullanılmış.
Tilla Kari Medresesi:
17. yy.da Bibi Hatun cami harabeye dönünce merkezde yeni bir camiye ihtiyaç duyulmuş. Mirza Uluğ Bey Kervansarayı yerine Yalantuş Bahadır fermanı ile medrese, cami ve mescid maksadıyla inşa edilmiş. İç süslemelerinde saf altın kullanıldığı için Tillakari olarak adlandırılmış. Dıştan görünümü diğer iki medreseye benziyor.
17. yüzyılda Tillakari Semerkanttaki en büyük cami imiş. 19. yüzyıla kadar cami ve medrese olarak kullanılan yapılar, 20. yüzyılın başından itibaren tarihi eser olarak korunmaya alınmış. Mescidin bazı odaları müze haline getirilmiş. Burada sadece eğitim değil aynı zamanda dönemin en büyük camisi olarak da kullanılmış.
Şirdar (Aslanlı) Medrese
Burası Ulug Beyin ölümünden sonra Yalanguş Bahadır tarafından 1619-1639 yılları arasında birinci medresenin aynısı yapılmış. Bu medrese Şir-Dar ismini giriş kapısının üzerinde bulunan iki adet Semerkant’ın simgesi aslanlardan almaktaymış. Buranın birinci medreseden tek farkı, kışında eğitim vermesiymiş. Buranın bir diğer özelliği de o zamanlar tabu sayılan, dini eserlerin üzerinde hayvan figürlerinin yer almasıymış.
Registan’ın hemen yan tarafında buluna İslam Kerimov heykeli. Herkes ne hikmetse buraya gelip fotoğraf çekiyorlar. Hatta yeni evlene çiftler bile gelip heykelle gelinlikli, damatlıkla beraber resim çekiliyor. Çoğu seyyar satıcıda İslam Kerimov’un posterleri ve kartpostalları var, Özbek halkı tarafından da epey ilgi görüyor.
Burası Taşkent yolu denilen trafiğe kapalı bir cadde. Neredeyse çoğu tarihi alana bu caddeden gidiliyor. Bu cadde üzerinde elektrikli araçlarla da seyehat etmek mümkün ama ben yürümeyi sevdiğimden yürüyerek gittim. Eğer bu tarafa giderseniz mutlakla bu caddeden yürüyün.
Timur’un son yıllarında inşaatıyla biz¬zat ilgilenerek başşehri Semerkant’ta yaptırdığı devâsâ ölçülere sahip cami, buradaki diğer binalar arasında müstes¬na bir yer tutmakta ve onun kurmuş ol¬duğu devletin gücü, büyüklüğü ve ihti¬şamı kadar kendi şahsî gücünü de sem¬bolize etmektedir. Adını. Timur’a “han damadı” anlamındaki küreken fgürkan) unvanının verilmesine sebep olan gözde eşi, Çağatay Hanı Kazan Haiîl Han’ın kı¬zı Saray Melik Hanım’ın halk arasındaki lakabından alır. İnşaatına 1399’da baş¬lanan bina 1404’te büyük ölçüde Bîbî Hanım Camii planı tamamlanmış, fakat Timur’un Ölümün¬den (1405) sonra bu haliyle kalmıştır.
Yapılışından kısa süre sonra yıpran¬maya başlayan bina depremler ve diğer tabiat şartlarının etkileriyle harap olmuş ve meydana gelen tahribata da müda¬hale edilmemiştir. Zamanla tam bir yı¬kıntıya dönüşmüş olmasına rağmen bu haliyle dahi âbidevî özelliklerini ve aza¬metini sürdürmüştür. Harabenin ihti¬şamı, özellikle yukarı doğru yükselen hatlarının, sivri kemerlerinin, kubbeleri¬nin ve eyvanlarının mimari tesiri, mev¬cut süsleme elemanlarıyla birlikte Se-merkant’ı ziyaret eden seyyahları büyü¬lemiş ve onların eserlerine konu olmuş¬tur. Birbiriyle oranlı ölçüleri, yüksekliği ve tezyinatının göz alıcılığıyla yapıldığı devirde olduğu kadar daha sonraları da Övgülere mazhar olan binanın eski gün-lerindeki görkemli görünüşüne tekrar kavuşturulabilmesi için restore edilme¬sine başlanmıştır.
Dış ölçüleri 167 x 109 m. olan bina, 87 x 63 m. boyutlarındaki bir iç avlu et¬rafında teşkil edilmiş bir plana sahiptir. Bu plan şeması, Orta Asya’da mevcut özelliklerle Timurlu mimarisinin genel karakterini gösteren dört eyvanlı plan tipine bağlı bir mimari teşkilâta göre tanzim edilmiştir. Köşelere konulan tah¬kimat kulesi biçimindeki minarelerle ca-miye azametli bir görüntü verilmiş, ay¬rıca ana girişin ve avluya açılan ibadet mekânının eyvan teşkil eden portalleri-nin yanlarına da birer minare yapılmak suretiyle bu görüntü daha da tesirli ha¬le getirilmiştir. Geniş ve derin bir girinti oluşturan taçkapınin teşkil ediliş biçimi mihraba göre ayarlanmıştır ve ana gi¬riş bölümü bina cephesinden dışarı taş-maktadır. Bu bölüm de binanın bütü¬nünde olduğu gibi tuğla ve çini mozaik süslemelere sahiptir.
Avluya bir eyvan biçiminde açılan giriş bölümünün tam karşısına gelen ana ibadet mekânı giriş¬le aynı eksen doğrultusunda olup tromp-lar üzerine oturtulmuş bir kubbeyle ör¬tülüdür. Mihrabı ile bütün binanın plan teşkilâtına hâkim olan bu mekân, Ti-murlu mimarisinin genel özelliği duru¬mundaki dört tarafta girinti yapan sivri kemerlerle belirlenmiş bir kare şeklin-dedir ve özellikle kubbesi dikkat çeki¬cidir. İç kubbenin üzerini örten yüksek kasnaklı dış kubbe, avlu istikametinde yapılan cephe düzenlemesine göre ana eyvanı teşkil eden girişin 41 m. yüksek¬likteki âbidevî taçkapısıyla gizlenmiştir.
Alıntı (Diyanet İslam Ansiklopedisi)
Daha önce yazdığım gibi Özbek halkı, Özbekistan’ın kurucu cumhurbaşkanı olan İslam Kerimov’u çok seviyor. İnternette yaptığım biraz araştırma ile de neden bu kadar çok sevdiklerini anlamadım, neyse siyasete girmeyelim. Gezmeye devam. Yine hemen yakınlarda bulunan Şah-ı Zinda’ya geldim.
Burası Afrasiyab Tepesi’nin yamacında, aşağıdan yukarıya gittikçe yükselen ve merdivenle çıkılan yolun iki tarafında yer alan çok sayıda güzel türbeler topluluğuna verilen isimdir. Burada Kusem bin Abbas isimli sahabe meftun bulunmaktadır. Kusem, aynı zamanda Hz. Muhammed (S.A.V) amcaoğludur ve kendisinie çok benzediği rivayet edilir. Hatta peygamberimiz defnedilirken O’na son dokunan insan olarak kabul edilir.
İslam’ı yaymak için geldiği Semerkand da cilehanesinde iken Zerdüştler tarafından başı kesilerek öldürülmüş, kafasının orda kuyuya düştüğü söyleniyor. Özbekler buraya Sah-i Zinde (Yaşayan Sultan) diyorlar ve burda olduğu için kendilerini çok şanslı sayıyorlar.
Buradan ayrılıp yine yakınlarda bulunan Timur’un mezarına gittim. Özbekler buraya da Gur-i Emir diyorlar.
Maveraünnehirli Türk kökenli veya Türkleşmiş Moğol olan komutan ve hükümdar. Timur İmparatorluğu’nun kurucusudur.Çağatay ulusunu oluşturan kabilelerden Barlaslar’ın reisi olan Turagay ile Tekira Hatun’un çocuğu olarak 1336’da Semerkant yakınlarındaki Şehr-i-Sebz’e bağlı Hoca Ilgar köyünde dünyaya gelen Timur, 1370’te Çağatay Hanlığı’nın batısını kontrol altına alan askeri bir lider olarak kendini gösterdi. 1370’ten itibaren düzenlediği seferlerle bugünkü Orta Asya, Rusya, İran, Hindistan, Afganistan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Irak ve Suriye’yi kapsayan toprakları ele geçirerek 1402’de yapılan Ankara Savaşı’nda Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’i mağlup edip esir alarak Anadolu’ya hakim oldu.
Timur, sağ ayağı aksak kalacak şekilde darbe aldığından dolayı kendisine Aksak Timur anlamına gelen Farsça Timur-i leng Türkçeleşmiş olarak Timurlenk batılılar tarafından ise Tamerlane denilmekteydi. Timur’un düşüncesi Cengiz Han’ın ölümünden sonra parçalanan ve onun torunları tarafından kurulan Çağatay Hanlığı, İlhanlılar ve Altın Orda kalıntıları üzerinde Cengiz İmparatorluğunu tek bir siyasi çatı altında yeniden ayağa kaldırmaktı. Seferleri de bu düşüncesini doğrular niteliktedir ve saltanatının sonuna doğru bunu büyük ölçüde başarmıştı. Ön**ce yeniden birleştirdiği Çağatay ulusunun başına geçti. Ardından batıda Hülagû Han topraklarını kendi hükümdarlığına kattıktan sonra kuzeye yönelip, Altın Orda’nın üzerinde ege**menlik sağladı. Ancak 1405 yılında Çin’i fethetmek üzere düzenlediği seferde yolda hastalanarak hayatını kaybetti. Timur, hayatı boyunca Cengiz Han yasasına çok önem vermiştir. Cengiz Han soyundan Kazan Han’ın kızı Saray Mülk Hanımı nikahına alarak damat anlamına gelen Küregen lakabını taşımaya hak kazanmıştır. Cengiz Han’ın soyundan gelmediği için “Han” unvanı yerine “Emir” unvanını kullanmıştır ve ölünceye kadar kukla dahi olsa, Cengiz Han soyundan birini Han olarak yanında taşımıştır. Timur bir yandan Cengiz yasasının uygulayıcısı olurken diğer taraftan kendine İslamın Kılıcı şeklinde atıfta bulunarak fetihlerini meşrulaştırmak amacıyla İslami semboller kullanmıştır. 1398’de Hindistan’da Delhi Sultanlığı, 1401’de Suriye’de Memluk Devleti ve 1402’de Ankara Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nekarşı kazandığı zaferlerden sonra İslam dünyasındaki en büyük güç konumuna geldi. Hristiyan Gürcüler, ateşe tapan Hindular ve İzmir’de Hristiyan Şovalyeleri’ne karşı hareket ederken gaza ödevini yerine getiren gazi hükümdar imajını üstlendi. Ancak kimi tarihçilere göre Timur için yasa, şeriattan önce gelmekteydi.
(Wikipedia Alıntısıdır)
Buradan sonra yine yakınlarda bulunan Hz. Danyal Türbesine geçtim.
Danyal (Arapça: دانيال Daniel’, Farsça: دانیال Danial’, İbranice: דניאל Danielle’, Yunanca: Δανιήλ Daniel’), diğer dillerde Daniel olarak geçmekte, Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet tarafından peygamber olarak kabul edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçmeyen ancak İslami eserlerde bahsedilen peygamberlerden biridir.
Özbekistan Kaynaklarına göre ; Büyük Özbek Emiri Timurlenk ; 14. yy da İran ve Irak bölgesini Fethe gittiğinde , İran-Irak sınırındaki Sus şehrinde yer alan Hz. Danyal (a.s.)‘ın kabrini bir rivayete göre toprağıyla beraber bütün vucudunun buraya getirildiği , bir rivayete göre de kabrinden toprağın alındığı belirtiliyor. 14. yy da inşa edilen türbesi 18 metre uzunluğundadır ve o zamandan beri ziyaret edilmektedir. (Şuan ki kabrinin 18 metre uzunluğunda olmasının sebebi de ; Timurlenk’in Hz. Danyal (a.s.)’ın tam olarak yerinin bilinmemesi için geniş yaptırmasındandır.)
Bu arada burada tarihi yerleri ziyaret tabii ki ücretli. Mesela Ben Timur’un mezarı için 17,000 som öderken Özbek vatandaşı 1,000 som ödüyor
Registan : 30,000 Som
Bibi Hanım Camii : 22,000 Som
Bibi Hanım Mezarı : 17,000 Som
Şah’ı Zinde : 12,000 Som
Emir Timur : 22,000 Som
Hz. Danyal 17,000 som
Bütün buraları yürüdükten sonra hotele gidip motoru aldım ve Buhara’ya gitmek üzere yola çıktım.
Saat 20:40 gibi şehre girip, yine en uygun (140,000 som) hotellerden birini bulup yerleştim. Duş alıp sivil elbiseleri giydikten sonra Leb-i Hovuz’da bir Çayhana’ye geldim. Burası tam Nasrettin Hoca heykelinin olduğu havuzbaşı. İnsanlar yemek yerken çalan müzik eşliğinde kalkıp, dans edip oynuyorlar. Sonra oturup tekrar yemeğine devam ediyorlar. Bana çok ilginç geldi ama epey eğlendim. Gece saat 00:30 a kadar burada oyalandıktan sonra otele geçip günü noktaladım.
06.08.2018 (20. Gün)
Buhara – Hive
Sabah erkenden kalkıp, motoru hotelde bırakıp yine şehri yürümeye başladım. İlk önce yakındaki Leb-i Hovuz etrafına geldim. Orda Nasreddin Hoca heykeli var.
Hoca Nasreddin, Özbeklerde Nasreddin Efendi olarak biliniyor. Meydandaki eşeğine ters değil düz bindirilmiş, bizdeki gibi şişman tonton değil, ince uzun bir şekilde temsil edilmiştir. Özbekçede 3 bine yakın fıkra ve masallarıyla halk eğitiminde önemli bir figür olduğu bilgisi veriliyor. Burada Nasireddin Afandi ismiyle anılıyor. Fıkraları da bizimkilerle aynı olanlar da var. Doğuran Kazan, Anıran Eşek gibi
Örnek Fıkra
Mullani hamsayasi bir kün eşey kelipti. (Molla’nın komşusu bir gün eşek istemeye geldi)
Sare aytadi: eşey yağ deydi. (bunun üzerine (Molla) Eşek yok, der)
Eşeğin ba. ( (Komşusu)Eşeğin var.)
Mulla yene yağ dedi.(Molla yine yok der)
Oşe sat boladi ki, eşeği anraydi, anrıy biredi. (o anda olur ki eşeği anırır, anırmaya başlar)
Hamsayasi: yani eşeğim yağ debidin, eşeğin anratipdi deydi.(Komşusu: hani eşeğin yok demiştin, eşeğin anırıyor, der)
Mulla: yağ, meni gepimge eşasen mi, eşeydi gepige eşanesen mi? (Molla yok, Benim sözüme mi, (yoksa) eşeğin sözüne mi inanacaksın)
Burada bizim tanıdığımız Nasreddin Hoca’nın aksine buradaki hoca, İnce ve uzun boylu biri gibi gösterilmiş.
İlk durağım Nadir Divan Begi Medresesi, Burası Khanaka (tüccarlar için yer) Nadir Divan-Begi, kubbe çapraz nokta tavanı ile benzersiz ince uzun portal ve yan kulelere sahip dikdörtgen şekilli bir yapıdır.
Ana salon tek kubbeli; etrafında iki tesis bulunmaktadır. Şaşırtıcı mimari tasarıma sahip bir mihrap (Mekke’ye yön) de vardır.
Ana portal, epigrafik resim ile dekore edilmiştir. Ön cephe, duvarların yüksekliğinde kesilmiş iki kule için bir bakış açısıdır. Ana olanın yanı sıra iki yan portal vardır. Konumu ve harikulade akustiği olan salonu nedeniyle Khanaka Nadir Divan-Begi, yüzyıllar boyunca buhara ait kültür ve din merkezi olmuştur.
Şu anda halı müzesi olarak kullanılan, Buharada islamiyet öncesi pagan Tapınağınin yerine inşa edilmiş Magoki Attar Cami.
Magoki Attari Camii. İlk bina Karahanlılardan, 12. yüzyıldan. Ateşgede tapınağı üzerine yapılmış. Magok çukur demek. Kum fırtınası sonrası kuma gömülü kaldığı için Cengiz Han görememiş. Tekrar bulunması 16. yüzyılda olmuş. Cephesi 12. yüzyıla ait, gerisi 16. yüzyılda yeniden yapılmış. Karahanlıların hafif sivri kemerli, bitkisel ve geometrik motiflerle ve yazılarla süslenmiş taçkapıları; birbirini kesen sekizgenlerden ortaya çıkan düğüm motifleri tipiktir ve Timurlularda, Gaznelilerde, Büyük Selçukluda ve Anadolu Selçuklularda hatta Osmanlıda yeni yorumlarla değerlendirilmiştir. Bugünkü cami altı sütun üzerine üç nefli planı ile Anadolu’daki üç nefli camilerin öncüsü olmuştur. 17. yüzyılda sinagog olarak da kullanılmış olma ihtimali vardır. Yahudi bir doktor Emir’in çocuğunun hayatını kurtarınca Emir doktora ve onunla beraber 7 Yahudi ailenin Buhara’da yaşamasına izin vermiş. 1939 yılında bir Sovyet arkeoloğun ilgisini çektiği sırada yarı yarıya toprağa gömülüymüş.
Taki-Telpak-Furushon Çarşısı :
Toqi Telpak Furushon, 16. yüzyılın sonlarında inşa edilmiştir. Aslen kitapçılardan oluşan bu yüzden pazarın adı Toqi Kitob (Özbekçe kitob = kitap) idi. Yavaş yavaş, kitapçıların yerini kapak satıcılarının atölyeleri ve dükkanları aldı. Altın ve ipek iplikler veya cam boncuklar ile işlemeli türbanlar, kürk süsleri ve küçük kapaklar yapıldı ve satışa sunuldu. Bu mallar orada olmaya devam etse de, halılar, mücevherler, bıçaklar, müzik aletleri ve diğer seyahat hediyeleri artık çoğunlukla satılıyor.
Burası Kubbe çarşı altıgen bir kat planına inşa edilmiş ve yaklaşık 40 metre çapında ölçülmüştür. Büyük merkezi kubbe 38 metrelik bir çapa sahiptir ve sivri kemer penceresinin çarşıya düştüğü bir bobin üzerinde durmaktadır. Daha küçük kubbelerle çevrilidir.
Mir Arap Medresesi’nin, Ubeydullah Han tarafından 1530-1536 yıllarında, Şeyh Abdullah Yemeni adına yaptırılmış. Mir Arap Medresesi, Mescid-i Kalon’ın tam karşısında yer alır. Şeyh Abdullah’a halk arasında ‘Mir-i Arap’ denilir. Medrese bu nedenle ‘Mir Arap’ diye isimlendirilmiştir. Rivayete göre, Şeyh Abdullah yahut diğer adıyla Mir-i Arap, Yemenli bir şehzadedir. Hazreti Muhammed neslinden olduğu da söylenir. Sultan-ı Enbiya Efendimizin rüyada verdiği bir işaret üzerine Buhara’ya gelmiştir. Buhara’ya geldikten sonra emirle tanışan Şeyh Abdullah, emirden büyük hürmet görmüş hatta medreseyi de onun isteği üzerine Ubeydullah Han kendi parasıyla yaptırmıştır. Aralarında büyük bir dostluk oluşmuş ve vefatlarında ikisi aynı türbeye defnedilmiştir. Türbe medrese dahilindedir.”
Geleneksel Orta Asya mimarisine göre inşa edilen medresenin kapalı avlulu, iki katlı medreselerden biridir. Kur’an-ı Kerim’deki 114 sureyi temsil eden 114 oda yapılmıştır. Bu şekliyle 150 civarında öğrenci kapasitesine sahiptir ve halen aktiftir. Giriş portalının sağ ve solundaki iki büyük kubbeli mekanın kuzeyde olanı dershane, sağda olanı ise mescit olarak inşa edilmiştir. Ubeydullah Han ve Şeyh Abdullah’ın irtihalinden sonra kuzeydeki dershaneye defnedilmeleri neticesinde de bu kısım türbeye dönüşmüştür. Ubeydullah Han’ın kabri, Şeyh Abdullah’ın ayak ucundadır
Abdulaziz Han Medresesi:
Uluğ Bey Medresesi’nin tam karşısında çok daha gösterişli tasarlanmış Abdülaziz Han Medresesi bulunuyor. 1652 yılında yapılan medrese Astrahan Hanlığı döneminden bir eser. Özbekistan’da başka bir kaç medrese ile aynı ortak özelliği taşıyor: İslamiyet’te alışık olduğumuz sadece desenlerden oluşan süslemelerin aksine, desen dışı tasarımlar bu medresenin işlemelerinde kendisine yer bulmuş. Örneğin hayat ağacı motifi gibi.
Büyük minare” olarak da anılan Kalon Minaresi’nin kitabesinde, 1127 yılında Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından Bako adlı bir mimara inşa ettirildiği biliniyor.
Mimari özellikleri itibarıyla Özbekistan’a has olan ve yaklaşık 48 metre yüksekliğine sahip, 105 basamaklı bu minare, 13 kuşaktan oluşuyor. Her kuşakta farklı desen ve şekiller yer alıyor.
Pişmiş tuğladan dairesel plan özelliğine sahip minarenin çapı, aşağıdan yukarıya yükseldikçe daralarak devam ediyor. Tepe kısmı ise mukarneslerle (İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşidi) genişletilerek estetik bir görünüm sağlandı. Minare, hareketliliği oluşturmak için yer yer sırlı tuğlalarla süslendi.
Özbekistan minarelerinin genelinde olduğu gibi burada da şerefeye yer verilmedi.
Ezan sesinin duyurulabilmesi için üst bölümde minare çevresine sivri kemerli 16 açıklık bırakılarak bu ihtiyaç karşılandı. Bu kısmın üstü de mukarneslerle bezendi. Tepe bölümünün ortasına ise koni biçiminde kubbecik konulmuş.
Minare ile ilgili halk arasında asırlardır anlatılagelen bir efsane ise şöyle:
“Cengiz Han, Buhara şehrini yakarken Kalon Minaresi’nin yanına kadar gelir. O sırada miğferi başından düşer. Eğilip miğferini yerden alır. O güne kadar Cengiz Han, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin önünde eğilmemiştir. Eğilip miğferini yerden alır ve bir an duraklar, sonra da ‘Bugüne kadar hiç kimsenin ve hiçbir şeyin önünde eğilmedim. Bu yapının önünde ise eğildim. Onun için bu yapıya dokunmayın, bırakın sağlam kalsın’ der. Böylece minare yıkılmaktan kurtulur.”
Bir başka rivayete göre Cengiz Han, Buhara’ya geldiğinde halkı bir korku kaplar. Şehirde büyük bir katliam olacağını tahmin ederler. Minarenin yanındaki camiye sığınırlarsa katliamdan kurtulabileceklerini, Cengiz Han’ın bir mabede sığınan insanlara dokunmayacağını düşünürler. Mescide giren Cengiz Han ve askerleri, içeridekilerin tamamını kılıçtan geçirir.
Buraları işaretlerken Turki Jandi Kabristanı adlı tarihi bir yapı gördüm. Türki diye geçtiğinden bir ziyaret edeyim dedim. Burası turistler tarafından nadiren ziyaret edilen, mahalle arasında, tozlu bir yoldan gidilen ve tarihi kompleks dışında kalan bir yer. Burası 10. Yy.dan kalma, UNESCO dünya mirası listesine girmiş ama bakımsız olan bir türbe. Fakat yapısıyla ve içinde bulunan tarih kokusu olan bir yer. İçinde tam olarak kimin yattığını bilmiyorum, girişte çok cana yakın bir amca Tacikçe veya Rusça olarak anlatıyor ama ben anlamadım
Buhara’nın merkezindeki en büyük topluluklardan biri de Hoja-Gaukushan’dır (Gaukushon Kompleksi). Medrese, 1570 yılında Abdullah-khan II (1561-1598) tarafından yaptırılmıştır.
Gaukushan “boğaları öldüren biri” anlamına gelir çünkü daha önce o yerde mezbaha vardı. Gaukushan Medresesi, sokakların çatallanmasına dikilmiş, onun trapeziform olduğunu açıklar. Ancak bu, geleneksel avlu düzeninin korunmasını engellemedi.
1598’de Hoca Kalon’u – “Hoca Kalona” – Hoca İslam’ın oğlu “Büyük Hoca” – Gaukushan Medresesi’ne yakın uzun minareli “Khoja Camii” veya “Khoja Kalon Camii” adında yeni katedral cami inşa etti.
Bilgilere göre, Buhara’nın tarih sahnesine inşa ettiği ilk somut yapı kabul edilen ve 4 hektar genişliğinde, 20 metre yüksekliğindeki Ark Kalesi, geçmişte hem bir karargah hem de kentin emirlerinin sarayı olarak kullanıldı.
Pişmiş tuğladan, dik yapı yerine biraz yatay, aralara büyük ağaçlar konularak inşa edilen kalenin, ailesini terk edip bölgeye yerleşen İranlı Siyavuş bin Keykavus tarafından yaptırıldığı biliniyor. Daha sonra yıkılan kalenin, 9 ve 10’uncu asırlarda yeniden inşa edildiği ve ilk yapımında balçık kullanıldığı belirtiliyor. İkinci inşasından sonra Cengiz Han’ın askerlerinin istilasında ciddi zarar gören kale, son şeklini ise 16’ncı yüzyılda aldı.
Bugün kaleye girişi sağlayan kapı, 1700’lü yıllarda yapıldı. Kalenin içinde yer alan üç tarafı revakla çevrili mescidin iç süslemeleri, tavanı ve mihrabı dikkati çekiyor. Bu süslemeler, 19 ve 20’nci asırlarda nakşedildi. Özellikle ahşap mimari bakımından kayda değer olduğunu belirtilen mescidin benzerlerine, Özbekistan’ın farklı yerlerinde de rastlanabiliyor.
Buhara’nın tarihi merkezinin en eski yapısı Daha önce kale içinde Saray olarak kullanılan binaların bir bölümü günümüzde müze niteliğiyle hizmet veriyor. Bu kısımlar 12’nci yüzyıldan 20’nci asra kadar farklı dönemlerde inşa edildi. Kale içinde yaşayan nüfus, 20’nci yüzyıl başlarında çalışanlar ve askerler dahil 3 bine ulaştı.
Kalede, dönemin üst düzey yöneticilerine ait çalışma odası da bulunuyor. Bu odadan doğrudan resmi heyetlerin kabul edildiği selamlama meydanına ulaşılıyor. Üç tarafı revakla çevrili bu avluya girildiğinde tam karşıda, oldukça yüksekte tahtın kurulduğu mekan yer alıyor.
Bölgede 1747-1920 yıllarında hüküm süren Manghit Hanedanlığı zamanında devlet yönetiminin merkezi durumunda olan kalenin içinde zamanında Buhara emirinin sarayı, cami, yönetim binaları ve cezaevi bulunuyordu.
İhtişamlı kapının yanındaki iki kule, bu kapının görünümüne zenginlik katıyor. Kale, 1920’de Kızılordunun topçu atışı ve hava saldırılarından ciddi bir şekilde hasar gördü.
İçindeki Mah-ı Ruz Çarşısı’nda ahşap bir caminin yer aldığı kalede ayrıca Arkeoloji ve Tarih Müzesi de ziyaret edilebiliyor. Müzede, o dönemde kullanılan elbiseler, günlük eşyalar ve askeri malzemelerin yanı sıra sikkeler, tablolar sergileniyor. Buhara’nın sabır, azim, titizlik ve estetik özelliği olarak görülen kalede restorasyon çalışmaları sürüyor. Ark Kalesi, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından 1993’te Dünya Mirası Listesine dahil edilen Buhara’nın, tarihi merkezinin en eski yapısı olarak biliniyor.
Bala Havuz Camii:
Ark kalesinin tam karşısında Emir’in 18. yüzyılda yaptırdığı 20 ahşap sütunu olan Saray camiisi Bolo-Khauz Camii 1712 yılında Emir ShakhMurat tarafından, eşinin ölümü üzerine sevgisini göstermek için yapılmıştır. Kısa minare Buharalı ünlü usta Shirin Muradov tarafından 1917 yılında eklenmiştir. Caminin ve Ark’ın tam ortasında bulunan 18. yüzyıl yapımı “Bolo-Khauz” olarak isimlendirilen gölet ya da havuz şehirde günümüze ulaşabilmiş az sayıda havuzdan biridir.
Çeşmi Eyüb Türbesi:
İnanışa göre Eyüp Peygamber, Buhara’yı ziyaretinde halka o günlerde nasihat etmiş. Kuraklık döneminde, yerli insanlar ondan su istemişler. Bunun üzerine Eyüp Peygamber dua ediyor ve asasını toprağa vurduğunda, kaynak su çıkıyor. Böylece buradan çıkan suya, 10. yüzyılda Samaniler döneminde ilk defa kubbeli bir mekan yapılıyor. Bu türbe çift konili kubbeleriyle oldukça dikkat çekmektedir. Türbenin dikdörtgen prizma şeklindeki yapısı Buhara’daki diğer eserlerin mimarisinden oldukça farklıdır.
İsmail Samani Türbesi (Samanid Museleum)
Orta Asya’da inşa edilen ilk türbe özelliğini taşıyan,Özbekistan’ın Buhara kentindeki İsmail Samani Türbesi, gerek yapım şekli gerekse kullanılan malzemelerden ötürü kendi sınıfındaki mimari biçimin öncüsü olmuş. Yapıldığı dönem itibarıyla işçilik, plan ve süsleme açısından üstün bir sanat değerine sahip ve dünyaca meşhur mimari eserlerden birisi olan türbe, Moğol saldırıları sırasında çölde meydana gelen fırtınaların ardından kuma gömülmesi sonucu tahribattan kurtulmuş.
Buhara’da Samani Hükümdarı İsmail Samani için 9’uncu ve 10’uncu yüzyılda yaptırılan türbede, babasının kabri de bulunuyor. Bazı kaynaklar İsmail Samani’nin bir torununun da aynı yerde gömüldüğünü bildirmelerine rağmen, 1927 yılında gerçekleştirilen arkeolojik kazıda, türbede iki kabir olduğu anlaşıldı.
İslam dünyasında inşa edilen erken türbe örneklerinden birisi olması dolayısıyla önemli bir yapı olarak görülen türbe, bugüne kadar herhangi bir değişikliğe uğramamış. Tarihçilerin yaptığı araştırmalara göre, çölden gelen kum fırtınalarının ardından kuma gömülen türbe, yüzyıllarca bu şekilde muhafaza olmuş, uzun aradan sonra kumlar altından çıkarılmış. Türbenin, Moğol saldırılarından kurtulmuş olması ve günümüze kadar tahribat yaşanmaması da buna bağlanıyor.
Yemekten sonra Buhara’nın 15 km. dışında Nakşibende tarikatı kurucusu Bahauddin-, Nakşibendi türbesine gittim.
Muhammed Bahauddin Şeyh Nakşibendi, evliya olarak kabul edilir. Muhammed Bahauddin Şeyh Nakşibendi; seyyid olup insanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisidir. Muhammed Bâbâ Semmâsî ile Emîr Külâl’in talebesidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed’dir. Behâeddîn ve Şâh-ı Nakşibend gibi lakabları vardır. Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için, “Nakşibend” denilmiştir. 1318 (H.718) senesinde Buhârâ’ya beş kilometre kadar uzakta bulunan Kasr-ı Ârifân’da doğdu. 1389 (H.791)’da Kasr-ı Ârifân’da Rebî’ul-evvel ayının üçünde Pazartesi günü vefât etti. Kabri oradadır.
Buraları da gezip dolaştıktan sonra yavaş yavaş yola çıktım. Sıradaki şehir Hive. Buhara – Hive arası 470 km. bu kadar km. boyunca sağım solum Kızılkum Çölü. Hava sıcak ama yol en azından otoban gibi, bölünmüş yol. Özbekistan’da gördüğüm en güzel yollardan biriydi. Bir 140-150 km. giderken yolun diğer tarafından gelen iki motorcu gördüm. Daha önceden takip ettiğim Konar Göçer (Tuna Duman) ve Demir Atlı Yörük (Adem Çolak) karşılaştım. Yolun diğer tarafından gördüğümde, daha önceden haberleştiğimizden onların olduğunu tahmin ettim.
Kızılkum Çölünün ortasında süt kardeşler gibi birbirimizi görünce epey sevindik. Birbirimize yol ve rota hakkında bilgiler verdik. Adem Çolak Down To Earth adı altında, Orta Asya’yı dolaşarak otizmli çocuklarla buluşup onalar moral verip, etkinlikler yapıyor. Ve en büyük özelliği de efe kıyafetini giyip olur olmaz yerlerde zeybek oynuyor. Gerçekten on numara bir insan, bende heyecanla takip ediyorum. Bugün itibarı ile 62 gündür yollarda.
Birbirimize veda edip aksi yönlere doğru yolumuza devam ettim. Buhara’da benzini fullememe rağmen, yolu güzel bulunca basınca yakıt bitmek üzere oldu. Çölün ortasındayım, benzinlik yok, bırakın benzinliği yerleşim yeri bile yok. 170-180 yardırırken yakıtım yetsin diye 50 ile gitmeye başladım. Hive ‘ye 100 km. mesafede, benzinimin bitmesine 20 km. kala yolun diğer tarafında market gibi bir yer görüp bir umut benzin sordum. Var deyince gözlerim yaşardı resmen. LT. 600,000 som dedi, ver dedim 1 milyon som olsa da alacam artık. 10 LT. alıp yola devam ettim. Gece 21:00 gibi şehre gidip bir hostel bulup yerleştim.
07.08.2018 (21. Gün)
Hive – Jaslıg
Gece kaldığım hostelde karşık yatakhede kalmıştım. Gece diğer gezginler klimayı açmış bende tam klimanın karşısında yatmıştım. Sabah bir baş ağrısı, bir halsizlik yataktan 10:00 da zor kalktım. Mideyi de bozmuşuz. Kahvaltıdan sonra bile masadan zor kalktım. Bir gün daha kalayım, akşama kadar yatıp dinleneyim dedim ama Rusya vizem bitmek üzere olduğundan günlerin çok önemi vardı. Zar zor kalkıp, toparlandım, motoru çıkardım. Hostelden çıkana kadar 5-6 defa kenefi ziyaret ettim
Hive’nin anlamı Arapçada “lezzetli anlamına geliyor. Burası 2600 yıldır varolan, 1600 lü yıllarda Buhara’ya rakip olması için mimarlar ve ustalar şehre getirilip, günümüze kadar ulaşan yapılar inşa edilir. Aynı zamanda tarih kitaplarından tanıdığımız Harezmiler’in devlet kurduğu harezm bölgesinde yer alır. Harezmi ve El Biruni bu bölgede doğmuştur. Şehri çepeçevre saran 10 km.lik bir sur ile kaplı olan yere İtchan Kala (İçeri Kale) olarak adlandırılıyor. Zamanından burada 7000 kişinin yaşadığı tahmin ediliyormuş. İç kaleye 4 büyük kapıdan girilir. Güneyde Taş Kapı, Batıda Ata Kapı, Kuzeyde Bahçe Kapı ya da Buhara Kapı ve zamanında esir ticareti ile ünlenen Doğudaki Pehlivan Kapı kentin 4 ana girişidir.
Cuma Camii:
Burası 18. Yüzyılın sonlarında inşa edilmiş, 215 ahşap sütunu ile 52 metrelik dev bir minareye sahip en önemli eserlerden biridir. Zaten hemen hemen bütün eserler yan yana gibi bir şey. Hepsi kale içinde olduğundan gezmesi de çok kolay
Medreselerin hepsi restorasyon görmüş ve bir kaç tanesi sanat merkezi, lokanta gibi kullanılıyor
Bu şehir gezdiğim tarihi yerlerin içinde beni en çok etkileyen şehir oldu. Kapıdan girince direkt 1500 lü yıllara giriş yapıyorsunuz. O ana cadde aynı korunmuş, sağda solda satıcılar. Medreseler, camiler, kervansaraylar her şey yan yana. Çok huzur dolu bir şehir. Burası Buhara’ya 450 km. uzaklıkta bir şehir. Ve bu arada yerleşim yeri yok denecek kadar az, buraya çöldeki vaha da deniliyor. Zamanında ipek yolundaki en önemli duraklardan biriymiş. Ben gitmeden önce böyle bir şehir olduğunu bile bilmiyordum. Hep Semerkand, Buhara isimleri öne çıkıyordu fakat burayı gördükten sonra diğerlerinin önemi çok da kalmadı.
Normalde burada birkaç gün kalınması gerekir ama vize süremin dolması nedeni ile buraya da bir gün ayırabildikten sonra yola devam ettim. Akşam saat 21:00 gibi Jaslıg’a geldim. Bu hasta halimle daha fazla sürmeyim diye burada kalmaya kara verdim. Buraya gelene kadar da yine çölden geldim. Çok fazla yerleşim birimi de yoktu, benzin yine sıkıntı, hiçbir yerde yok. Gece uğraşacağıma, gündüz bakarım bir çaresine diyip girdim içeri. Burası aslında Tır parkı, ama benden başkası da yoktu. Karma yatakhanede yatak aldım. Daha üzerimi değiştirmeden o yorgunlukla beş dakika uzanayım dedim. Gözümü açtığımda saat 3:00 olmuş, üzerimi değiştirip tekrar yattım.