Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Rotası 2

Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Rotası 2

-Kazakistan Bölümü-

25.07.2018 (8. Gün)
Novonezhinka (Kazakistan) – Astana

Sabah saat 8:30 gibi kalkıp kahvaltı için çayımızı koyduk, aa bir de baktık ki akşam aldığımız su gazlı suymuş. Türkiye’yi çıktıktan sonra Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızıstan ve Özbekistan’da “no gaz” demediğiniz sürece gazlı su veriyorlar. Bu sodaya da maden suyuna da benzemiyor, ordakiler alışmış ama bana tatsız tuzsuz geliyor. Bakkala gidip tekrar normal su alıp çayımızı demleyip, kahvaltımızı yaptık.

Sonrasında 620 km. sürerek Kazakistan’ın başkenti Astana’ya gelebildik. Kazakistan yollara Rusya yollarına göre daha bozuk ve çok düz. Çoğu yerde 30 km. ilerisini görebiliyorsunuz. Konya’nın çok büyüğünü düşünün, onun gibi dümdüz ovalar. Belli bir süre sonra insan yoldan sıkılıyor. Yolda giderken Emre ile interkomdan muhabbet ediyoruz, yol sağa mı, sola mı dönecek diye iddiaya giriyoruz. Tek eğlencemiz bu, hiçbir şey yok, her taraf kuru otlarla kaplı. Zaten Kazakistan’ı genel olarak beğenmedim, bir daha gider miyim, muhtemelen gitmem herhalde. İleride anlatacağım olaylardan sonra zaten gitmem

Astana’ya erken geldiğimizden şehri gezme fırsatımızda oldu. Zaten gelmeden önce Google Haritalarda kendime bir harita oluşturup, gideceğim noktaları işaretlemiştim. İlk noktamız Astana’nın en büyük camilerinden Hazret Sultan Camii idi. Burası bağımsızlık meydanın yakınında bulunan 2002 yılında, bir Türk firması tarafından yapımı tamamlanan, 17,700 kişilik cemaat kapasitesi ile Geleneksel Kazak ve klasik motifleri İslam motifleri ile Orta Asya’nın en büyük camilerindenmiş. Adını da Hoca Ahmet Yesevi’den alıyormuş.

Caminin hemen karşısındaki meydanda olmamıza rağmen okunan ikindi ezanı çok zor duyuluyordu. Bu coğrafyada zaten ezan sesi duymadım desem yeridir, ezanlar çok kısık bir sesle okunuyor. Halk Müslüman olmasına rağmen hala Rusların izleri hala duruyor, çoğu Kazak Rusça bilmesine rağmen Kazakça bilmiyor. Bir insanın kendi dilini bilmemesi beni epey şaşırttı, konuştuğum insanların neredeyse hepsi Rusça konuşuyor, diyorum “ Kazakça konuşun bari, belki anlarım” ama hala Rusça konuşuyorlar.

Buradan sonra sıradaki noktamız olan Başkanlık Sarayı’na gidelim diyoruz. Burası Cumhurbaşkanlığı konutunun olduğu yer, ve burası büyük bir parkın içinde ve belli bir yere kadar geziliyor. Biz şurdan mı buradan mı? Derken bir kapıdan geçtik. Geçerken kapıda bulunan bekçi polis ile gözgöze geldik, bir şey demeyince içeriye doğru sürdüm. 40 mt. Gitmedim ki bir polis arabası durdurdu bizi. Bir şeyler söyleyip duruyor yine, baktım bana tabela gösteriyor, baktım araç giremez tabelası var. Tabela da hemen bekçi polisin arka tarafında, dedim ki; -Bu polisin yanından geçtim bana bir şey demedi. Bana, -bu polis diğer tarafın polisi sizi durdurmaz, gibi bir şey dedi.

Sonra evrakları istedi verdik, ruhsat, ehliyet ve pasaportu aldıktan sonra “strohovkiya, strohovkiya” diyor. Ne dediğini anlamadım. Neden bizi bırakmıyorsun dediğimizde bir şeyler anlatıyor, tabii biz anlamıyoruz. Sonra birkaç yere telefon açtı, biraz Türkçe bilen bir memur geldi, sonradan anladık ki, buraya araç girişinin yasak olduğunu ve motosiklete sigorta yaptırmadığımız söyledi. Benim kafamda bir şimşek çaktı, sınırdaki bize yaklaşıp bir şeyler anlatmaya çalışan iki kişinin sigorta yaptırın demek istiyormuş meğer.
Biz yaptırmadığımız için yine salağa yattık, bu sefer biraz Türkçe bilen memur gerçek bir Türk’ü aradı, konuştuk aynı şeyleri o da anlattı, dedim “aga anlat şunlara, tamam yanlışlıkla girdik, sigortamızda yok. Bize bir kıyak yapsın bıraksın bizi” o da sağ olsun durumu anlattı, sonradan gelen memur insaflı çıktı bizi bıraktı.

Sinirler bozulsa da, sonraki noktamız olan Bayterek Kulesine gittik. Bu kule 1997 yılında ülkenin başkenti olması anısına yapılmış. 105 mt. Yüksekliği bulunan kulenin 95. Mt.sinde gözlem yeri bulunuyor. Buraya çıkıp Astana’yı kuş bakışı görebilirsiniz. Bu Anıt, efsanevi bir hayat ağacı ve Samruk adlı sihirli bir mutluluk kuşu hakkında bir halk hikâyesini simgelemekteymiş.
En tepede cumhurbaşkanları Nursultan Nazarbayev’in el izi bulunan bir mozole var. Herkes o el izine elini koyup fotoğraf çektiriyor. Yukarda ne var acaba deyip bizde sıraya girdik. El izi olduğunu öğrenince boş ver deyip kuyruktan çıktık.

Akşam da yine Astana merkeze yakın bir hostel olan Astana Best Hostelde, kişi başı 2,250 Tenge’ye kaldık. Duş falan aldıktan sonra akşam gezmesine çıktık.

Kazakistan boyunca gördüğüm en güzel şehirlerden biriydi burası. Gerçekten burası sanki Dubai gibi düzgün ve zengin bir şehir. Hiç çarpık yapılaşma yok, hiç kötü bir bina görmedim. Caddeler geniş ve düzenli, tam bir başkent olmuş. Gece saat 01:00 e kadar hayat canlıydı, bizde o saate kadar belki 10 km. boyunca yürüyerek bütün şehri gezdik. Daha sonra hostele gelip günü kapadık.

26.07.2018 (9. Gün)
Astana – Kashkantemiz

KARAGÜN

Sabah erkenden kalkıp yola düştük, Astana’dan sonra yollar bir nebze olsun güzelleşti. Ama yine dümdüz yollar insanı epey sıkıyor. Her şehir girişlerinde mutlaka o şehri – köyü ya da ilçeyi temsil eden bir anıt bulunuyor ve üzerinde Rusça yazıyor.

Bu coğrafyada en çok dikkatimi çekende Müslüman mezarlıkları oldu. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da bulunan neredeyse tüm Müslüman mezarlıkları aynı özellikleri taşıyor. Her mezarlık ya da kabristanlar, bizim buradaki türbeler gibi inşa edilmiş. Hepsi minik birer mescit, yada camii gibi yapılmış. Bize göre epey şatafatlı sayılan bir mezarlıkları var. Hepsinde mezarlıkta yatanın bir resmi bulunuyor.

Saat 14:00 gibi Karagandı’ya gelip öğle yemeği yedik.

Yemekten sonra yolumuza devam ettik. Epey sürdükten sonra, Balkaş Gölü kenarında hava kararmadan güzel bir yer bulalım diye kamp alanı aramaya başladık. Biz sağa sola bakarken Kashkantemiz yakınlarında bir ekip otosu durdurdu. Biz çektik sağa, polisler geldi, ehliyet, ruhsat falan istediler. Biz tabii pasaport dahil her şeyi verdik. Bizden motosiklet sigortasını isteyeceğini biliyorduk ve korktuğumuz başımıza geldi. “strohovkiya, strohovkiya” demeye başladılar. Tbaii biz yine salağa yatıyoruz, anlamıyoruz diyoruz, onlar bize hala motosiklet için sigorta yaptırmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorlar. En son google translate ile bize yazdılar. Biz tabii biliyoruz ama yapacak da bir şey yok. Onlara bizim Rusya’nın dağ tarafındaki sınır kapısından girdiğimiz için sigorta yaptıramadığımız anlatsak da yemiyorlar.

Yalvar yakar adamlar Nuh diyor, peygamber demiyorlar, bir tanesi biraz ılımlı bizi bırakacak sanki ama diğer tam bir yavşak, yılan gibi sardı bizi. En son “tamam ceza yaz bize” diyoruz. Bize cezanın 40,000 tenge gibi bir cezası olduğunu, ve bunu bankaya ödeyip, sigorta yaptıktan sonra gelip ehliyetimizi alabileceğimizi, Rusça yazan bir ceza listesinden gösteriyor. Tabii niyeti anlaşılıyor, kişi başı 100 dolar verirsek bizi bırakacaklarını söylüyor. “lan olum sen bile 100 dolar maaş almıyorsundur” diyerek karşı çıkıyoruz. Adam tam inatçı, cezayı ödeyelim desek saat olmuş 22:00 nereye ödeyip sigorta yapacağız? Anlaşma yoluna gidiyoruz tabii, bende hiç sevmem rüşvet olayını ama yapacak bir şey yok.

Polise yalvar yakar ikimiz için 50 dolar vermeyi teklif ettik, hıyar ağası yine kabul etmiyor, cüzdanımızda rublelerde var, onları görünce rubleleri de istedi. “Allah’ından bul” diyip, 7-8 bin ruble + 50 dolar verdik. Dedim ki “madem bizi yoldun bana cep telefonu numaranı ver de bir daha polis durdurursa seni ararız, sende bizi kurtarırsın.” Tamam dedi, verdim telefonumu, numarasını yazdı, aradı. Arabanın arkasından “bak çalıyor” deyip aracın içini gösterdi, baktım göremedim. Tam o sırada başkası bir şey söyledi “tamam” dedim. Tabii sinirlerimiz davul gibi gerildi. Kendi kendime kızıp durdum. 820 km. nin verdiği yorgunlukla ve hava karardığından düzgün bir kamp alanı bulamamaktan dolayı iyice sinirlendim. Neyse 20-25 km. sonra göl kenarında bir yer bulduk ve çadırımızı gölün kenarına kurduk.

Dünden kalan yiyecekleri çıkarıp, çay demleyip, çayla beraber götürdük. O gece de her şey yetmezmiş gibi bir de rüzgar çıktı, çadırı taşlara bağlamak zorunda kaldım. Neyse yattık gece yarsı Emre “kalk, kalk” diye bağırınca biraz tırsarak kalktım ama ayak tarafımda bir ıslaklık hissetimi bir de baktım ki su çadırın yarısına kadar girmiş, her şey ıslanmış, uyku tulumdan sıksam su çıkacak yani. Neyse gece yarısı çadırı biraz daha yukarı çekerek, yeniden yattık.

27.07.2018 (10. Gün)
Kashkantemiz – Almatı

Sabah 9:00 gibi kalkıp, kahvaltımızı yaptık. Çok fazla oyalanmayıp, “bakalım bugün başımıza ne gelecek” deyip çıktık yola

Kamp alanından ayrıldıktan bir 50 km. sonra, Myrenal yakınlarında bir polis kontrol noktasına geldik, tabi kontrol noktasını çok önceden gördüğümden epey yavaşladım, sıkıntı olmasın diye de hızımı 25’e düşürdüm. Polis sağ çek, sağa çek diye uyardı, dünkü olaydan sonra artık polis fobim oldu, “basayım gideyim” dedim ama, hem noktada bulunan, elinde uzun namlulu otomatik silah olan özel harekat polisinden tırstığım hem de yabancı ülkede olduğumdan durayım bari dedim.
Tabii dünden hazırlıklıyım, dünkü polisin numarası da var o yüzden çok rahatım.

Polis geldi yanıma, hepsi gibi önce nerden geliyprsun, nerelisin diye sordu, “Türk’üm” deyince “ooooo kardaş, arkadaş arkadaş” dedi. İçimden “-sktr gardaşmış” gibisinden bir şeyler geçti. Bana yine bir şeyler anlatmaya çalışıyor, baktım “cirmi, cirmi” diyip, 20 tabelasını gösteriyor, meğer ben “cirmibeş” ile geçmişim, tabii niyetleri anlaşıldı.

Hemen aklıma dünkü polis geldi, “adamı arayım da anlatsın durumu, bizi bıraktırsın” dedim. Bizi durduran polise yalvaran bir ifade ile “aga ara bak bu polisi sana durumu anlatsın” deyip telefonumu polise verdim. Polis numarayı görür görmez kahkahayı patlattı, “nataşa, nataşa” dedi. Ben tabii şok, dedim “saçmalama ara numarayı” dedim. Aradı, aaa bir baktım kadın sesi, tabii ben şok üstüne şok geçiriyorum, bu sefer olayı anlayan bütün polisler başladı gülmeye. Ben tabii mosmor bir şekilde bildiğim bütün şiirleri söylüyorum polise.
Tamam dedim “sonuç olarak ne yapacağız?” o sıra emre 20 doları gösterince “bak bu arkadaş anladı” dedi. O zaman senin telefonunu ver sıkıntı olursa arayalım dedim. “Olmaaz, ben yalan söyleyeme, yukarda Allah var” dedi. “bre şerefsiz, Allah’tan korkuyorsun madem, neden bizden rüşvet alıyorsun diye iç geçirdim. Ama bir şey değişmedi.

Neyse o sinirle yolumuza devam ettik. 470 km. sonunda akşam 18:00 gibi Almatı’ya geldik.

Bu 470 km.nin 400 km.si inanılmaz derecede bozuktu, hem sinirler gerilmiş, hem de yolun bozukluğu bizi epeyce yoru. Burda bu yaşadığım olaylar beni Kazakistan’dan iyice soğuttu. Yolda giderken hız bile yapamadık, her polis gördüğümüzde şimdi durduracak galiba diye tırsmaktan yol yapamadık zaten.
Bu coğrafyada, (Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızıstan) araçlar ne kadar hızlı olurlarsa olsunlar, hız tabelası gördüklerinde hemen hızlarını ona göre düşürüyorlar. Biz ilk başlarda çok garipsedik. Sekiz silindirli araba dümdüz yolda 90 ile saatlerce gittiğini görünce epey
şaşırmıştık. Meğer adamlar haklıymış.
Bu arada Kashkantemiz’den gelirken Emre’nin GS in şafttan yağ kaçırdı, gitmeden önce bu taraflardaki motorcuların adresini almıştım. Tam yerinde sorun oldu. Sağ salim Almatı’ya gelince ilk işimiz motoru servise götürmek oldu.

Burası bir kompleks gibi bir şey. Üst katta motosiklet mağazası ve hostel var. Altta ise servis var. Güzel bir yer. Gitmek isteyenler için konumu:

Koordinat : 43°12’55.6″N 76°53’54.5″E Freerider Motocycle

Emre şaft yağını tamamlattı, motor yağı değişti, yağ filtresi değişti 28,000 Tenge ödedi. İşler bitince bizde hostele yerleştik. Kişi başı 2500 Tengeye kaldık. Saat erken olduğundan çıkıp şehri gezelim bari dedik.

Şehri biraz dolaştıktan sonra hostele dönüp, günü kapadık. 😉

28.07.2018 (11. Gün)
Almatı – Karkara

Sabah erkenden kalıp yine yollara düştük. Bugünkü hedefimiz Kazakistan’ı çıkıp, Kırgızistan’a girip Issık Göl kenarında çadır kurmaktı. Tabii evdeki hesap çarşıya uymuyor. Şehir merkezinden çıkıp, yol üstünde charyn canyon’a uğramak üzere yola devam ettik. Almatı’dan çıktığımızda yol inanılmaz derecede güzelleşti, ilk defa bölünmüş yolun verdiği bu rahatlıkla basa gaz giderken Emre’nin GS, şafttan olanca yağı boşalttı. Disk, fren balatalı olduğu gibi yağ içinde kaldı. Emre “bir şey olmaz” diyince yola devam ettik.

Benim sinirler yine zıpladı tabii, bu arada sınıra giden sapağı da kaçırmışız. Nedense aklımda sapak hep Zaharkent diye kalmış. Zaharkent tabelası görünce seviniyorum tabi, şu kadar km. kaldı bu kadar km. kaldı derken haritaya bakayım bir dedim. Bir de baktım ki biz Çin sınırına doğru gidiyoruz ve sapağı 150 km.cik geçmişiz. Başımdan duman çıkmaya başladı. Neyse Çin’e 70 km. kala geri döndük. Benzinimizde azalmaya başladı, başladık rota üzerinde benzinlik aramaya, bu tarafta benzinde çok gaz olduğundan benzinliklerde benzin yok.
Hem geç kaldığımızdan, hem de Emre’nin GS su koyverdiğinden Charyn Kanyon a gidemedik. Sınıra 40 km. kala benim motor benzin kalmadığından stop etti. Emre benim bidonu alarak 22 km. ilerde Kegen’den benzin alıp geldi.

Charyn kanyonu ancak yukardan görebildik. Emre benzin almaya gidince orda bulunan Kazak çadırından Kımız aldım. Tadı aynı ekşi ayran gibiydi.

Kırgızistan’a yaklaştıkça düzlükler bitip, dağlar başlayınca oh bee diyorum, nihayet orta asya’ya geldiğimi anladım. Neyse benzinimizi aldık ama 5 LT. yeterli değil, motora binip sınır köyü olan Kegen’den depoları fulleyelim dedik. Tek benzinlik var orda da kredi kartı geçmiyor. Cebimizde dolar var ama bozmuyorlar. Bari cebimizdeki son para ile benzin alalım dedik. 1500 tenge ile biraz bana biraz Emre’ye benzin aldık. Tam o arada bir kadın gelip bizimle fotoğraf çektirdi, biraz muhabbetten sonra elimize para tutuşturdu. Yok mok falan dedim ama cebimizde Tenge olmadığından kabul ettim. Hemen depoları fulleyip sınıra doğru yola devam ettik.

Sınır bir 20 km. olmasına rağmen, yol çok bozuktu. Yarım saat, kırk beş dakika sonra sınır kapısına geldik. Bir de baktık ki sınır kapısı 18:00 de kapanmış. 30 dakika ile sınırda kaldık. Mecburen sınırda bir evin dibinde çadır kurduk.

Yazar : tenekecelebi

Yorum Yap