Gürcistan, Azerbaycan, İran Gezisi -2
-Gürcistan Bölümü-
Sabah erkenden sağ salim kalktıktan sonra yakınlarda bir yerde sabah kahvaltımı yaptım, ve ilk durağım olacak Gelati Manstırına doğru sürdüm.
Yaklaşık 160 km. kadar gittikten sonra Gelati Manastırına ulaştım. Burası 1106 yılında Gürcistan kralı IV. David tarafından kurulmuştur ve 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş. Tam bir Orta Çağ yapısı. Ortaçağ filmleri, dizileri ve belgeselleri manyağı olarak bu yapıyı görünce havam yerine geldi.
Burayı güzelce gezdikten sonra yerleşkenin üst tarafında ormanda bir çay demleyip çıntı pıntıyla götürdüm. Çaydan sonra çok vakit kaybetmemek için hemen toparlanıp yola devam ettim. 50 km. harika manzara eşliğinde gittikten sonra ikinci durağım Okatse Canyon’a geldim. Motoru hemen girişe park ettim.
Buraya gelmeden önce fotoğraflardan gördüğüm seyir terasına gitmek için 15 GEL karşılığı biletimi aldım. Baktım ormanın içinde yol var, özel araçlar seyir terasına gidiyor, -ben motorla giderim aga dedim. 1 km. gittikten sonra yol BİTTİ. Çevrede araçta göremeyince geri dönüp motoru bıraktım. Ordaki araçlar 40 lari isteyince –ben bu yolu yürürüm aga dedim. Demez olaydım
Yaklaşık 30 dakikalık inişli – çıkışlı yürüyüş sonrası 2700 mt. Gidip nihayet seyir terasına geldim.Manzara inanılmaz, oksijen full
Hava yavaş yavaş karadığından ortada da kimse kalmadı bende kurda kuşa meze olmayım diyerekten birkaç foto çekip geri döndüm. Bu sefer 2700 metreyi 48 dk.da döndüm. Ciğerim ağzımdan fırlamadan nihayet motorun yanına geldim.
Akşam yemeğim, taze khachapuri ve armut suyu
Yemekten sonra hemen otel, hostel aradım ama fiyatlar pahalı olduğunda VİP çadırımda kalayım dedim. Ordaki seyir terasına gidip gelen arabacının biri bana kendi evinin bahçesinde çadır kurabileceğimi söyleyince rahatladım. Adamın evi de kanyonun girişinin tam karşısı olunca hemen kabul ettim.
Günün Özeti:
240 km. yol
19.40 LT. Benzin= 42 GEL (Lt.Fiyatı 2,16 GEL) 1,527 TL. X 42 GEL = 64 TL Yakıt
1 Haçapuri + 1 Armut suyu = 10 GE
02.08.2017 (Beşinci Gün)
Okatse Canyon – Ushguli
Sabah 7,30 gibi kalkıp kahvaltımı yaptım. Benim kaldığım gece festival gibi bir şey olduğundan tüm gece müzik sesleri ve naralardan uykumu tam alamadım. Ama hava + oksijenden mütevellit kendimi dinç ve dinlenmiş hissederek güne başladım.
Hemen toparlanarak motorumu hazırladım ve 7 km. uzaklıktaki Kinchkha Şelalesine doğru yola çıktım. Yaklaşık 15-20 dk. Sonra şelalenin sesi duyulmaya başladı. Motosikleti orda bulunan otoparka park edip şelaleye doğru yürüdüm. Sabah erken saatlerde olduğundan çevrede benden başka kimse yoktu. 15 dk.lık bir yürümeyle şelaleye geldim.
Burada biraz oyalandıktan sonra Mestia’ya doğru sürmeye başladım. Yolda giderken yanlış yola saptım sandım ama meğer orası yolmuş. Şöyle düşünün; güzel güzel yolda gidiyorsunuz, yol bir anda patates tarlası gibi oluyor. Girmeden orda bir markete sordum –mestia yolu bu taraf mı? Diye. Evet buradan diyince girdim, ama yol ne yola benziyor. Allah’tan çok uzun değildi de kısa zamanda asfalta çıkabildim. Asfalta çıkınca Zugdidi – Jvari üzerinden 200 km. yaparak saat 13,30 gibi Mestia’ya geldim.
Mestia’ya gitmeden önce yaptığım araştırmalar sayesinde tek bir fotoğrafı yüzünden aşık olmuştum. Bu bölgenin evleri çok özel. Evleri özel kılan neredeyse her evin yanında yer alan kuleler. Bu kulelerin tarihi 9 ile 13. yüzyıllara, yani Orta Çağa kadar gidiyor. O dönemde bu kuleler savaş zamanlarında gözetleme, savunma ve hırsızlıklardan korunmak amaçlı yapılmışlar. Bu görkemli kulelerin boyları 25 metreye kadar çıkıyor. En üst bölümde içerden dışarıya doğru daralan pencereler yer alıyor. Savaş bitip de kuleler işlevini yitirince bazıları samanlık olarak ya da ahır olarak kullanılmış. Bazıları da hala boş olarak duruyor.
İyi durumda olan birine girip, tepesine kadar çıktım. Bölge hayli dağlık olduğu için bu kuleler evlerin yanı başında olası bir çığ tehlikesine karşı da dirençleri ile evleri korumaya devam ediyorlar. Bölgede son derece estetik bir görüntüleri var.
Bu güzel kenti güzelce gezip öğle yemeği için bir yere oturdum. Yöresel lezzetler tatmak adına Elarji ve Chikhirtma siparişi verdim. Yanında da bir tane armut suyu söyledim.
Burası bölge olarak Svan halkının yaşadığı Yukarı Svaneti olara geçiyor. Benim okuduğum yazılarda hep Svan kızlarının güzelliğinden bahsediliyordu, ama ben tek bir kız bile görmedim. Tabii kızları görmek için gitmedim ama görseydim en azından doğrulardım. Her neyse Buraya kadar olan yol gerçekten inanılmazdı, Karadeniz iklimi ile aynı olduğundan her yer yemyeşil . Karadeniz’i de hemen hemen her yerini gezdim, aynı Karadeniz gibi her yer. Tek farkı sağdan soldan fırlayan domuzlar :d Bir de çok dikkatimi çekti yol kenarlarında özellikle de tehlikeli yerlerden küçük anıt gibi yerler vardı. Üzerinde haç işareti mumlar falan. Sonradan bunların orada trafik kazasında ölen insanların anısına yapıldığını öğrendim.
Gürcistan yolları gerçekten çok tehlikeli yollar. Otoban anlayışı neredeyse sıfır. Şehirler arası yollar genelde gidişli gelişli tek şerit yollar. Önünüzde bayır tırmanan eski rus kamyonları varsa hapı yuttunuz. Karşıda arabalar aktığı için sollayamıyorsunuzda, çıkana kadar kapkara duman yutmak işten değil. Gürcü şoförler kurallara çok fazla riayet etmiyorlar, güzel ülkemizin hanzo şoförlerini bile arayabilirsiniz. Siz şeridinizde giderken koca kamyon sizin üzerinize doğru gelirse hiç şaşırmayın, hee bu arada şoförler çok rahat, kimse kimseye bağırıp çağırmıyorlar ama tam bir trafik magandaları. Buna rağmen araç sürerken çok relakslar .
Bir kötü yönü de hayvanlar. Gürcistan hayvanlar konusunda çok zengin, öğrendiğime göre hayvancılık ülkenin en büyük ihracat konusuymuş. Zaten yollardan da belli inekler burada aynı Hindistandaki kankaları gibi çok rahat. Hayvanlar çok sıcakladığı için nerede bir gölge görseler oraya yatıyorlar. Keskin bir virajı dönerken, gölgede geviş getiren bir inekle burun buruna gelebilirsiniz. Ya da sağdan solda fırlayan küçük domuz yavrularının üzerinden geçebilirsiniz, kanatlı hayvanlara hiç değinmiyorum bile. Gürcistan’da iken yoldan çok hayvanlara dikkat etmekte yarar var.
Bu köyü gördüğümde tek başına çıktığım bu yolculuğun en tatlı yerlerinden biri olarak hafızama kazıp, buradan daha güzel olmasını umduğum Ushguli’ye gitmek için yola koyuldum. Burdan çıkmadan önce yakıtımı aldım (15,80 LT. = 35 Lari) Ushguli nasıl bir yer acaba? Diye merak içinde güzel duygularla yola koyuldum. 10-15 km. gitmeden beton yol bitti artık enduro yapmanın zamanı geldi diyerek yoluma devam ettim.
Biraz gittikten sonra yol daha da kötüleşmeye başladı inişler çıkışlar çamur çorak olunca –vay ben nerelre geldim desemde endurocu ruhuma pislik sürmemek adına yola devam ettim. Toplamda 50 km. yolu 4 saat gibi kısa bir sürede geldikten sonra Ushguli’nin kuleleri gözükmeye başladı. Köye az bir mesafe kala yanımdan, sonrada Polonyalı bir çift olduğunu öğrendiğim iki tane F800 ADV ayakta sürerek yanımdan korna çalarak hızlıca geçtiler. Bende Tenere660 ile yaklaşık 190kg. boş ağırlığı olan, benim aksesuar ve salak salak eşyalarla doldurmamdan dolayı 270-290 kg. olan çelebi üzerinde gayet sakin gidiyorum. Bu GS ler sadece arkaya minnacık çantayla yolculuk yaptığından basa gaz gittiler. Orada karar verdim; bundan sonra fazla çikolata bile almayacağım yanıma ;
Akşam saat 18:00 gibi Ushguli’ye geldim. Biraz çadır kurmak için yer aradıktan sonra motoru çadır kuracağım yere çektim. Burası Gürcistan’ın efsanevi kraliçesi Tamar’ın kışlık dinlenme alanıymış ki; işi de biliyormuş hergele. Burada Gürcistan’ın en büyük dağı 5800 rakımlı Shara dağının dibinde.
Burası UNESCO tarafından koruma altına alınan bir köymüş. Şu ana kadar etkilendiğim en güzel manzaralara sahip olan bu köy “iyi ki motorcuyum” “iyi ki bu yolculuğa çıkmışım” dedirten efsanevi bir köydü. Bu satırları yazarken bile hala içim kıpır kıpır oluyor.
Çadırımı da köye hakim bir tepeye kurdum. Yakındaki yöresel yiyecek satan bir yere gidip, taze Haçapuri yaptırdım. Çadırın yanına gelip çayımı demleyip çayla beraber götürdüm. Bu yorgunlukla akşam kafamı koyduğum gibi uyudum.
03.08.2017 (Altıncı Gün)
Ushguli – Gori
Gecenin soğuğuyla ve rüzgar sesi ile boğuştuktan sonra, oksijenden sabah erkenden kalkıp buz gibi su ile elimi yüzümü yıkadım. Hiçbir şeyi toplamadan çayımı demledim, akşamdan kalan haçapuri ile kahvaltımı yaptım. Motorumu yükledim. Yolculuğumu hep google haritalarda işaretlediğimden noktalar arası yollar nasıldır? Yol var mı? Kafamda deli sorular dönerken “ben geldiğim yoldan ger dönmem aga” dedim. Hemen haritaları açtım kafamdan bir rota yapıp noktaları kağıda yazdım. “Burdan buraya buradan buraya geçerim” diye kafamdan planımı yaptım, atladım motora yola başladım. Yolun başına geldiğimde yolu az çok tahmin ettim ama serde gençlik var, geri dönmek yakışmaz diyerek vira bismillah diyip devam ettim.
Shkhara dağının gölgesi eşliğinde tatlı tatlı giderken yol da aynı acılıkta kötüleşmeye başladı. Önce stabilizeye, daha sonra bozuk yola, daha sonra da kayaların üstünden atlamaya başladım. Yolda benden başka deli olmadığından ilerisinin nasıl olduğunu bilmiyordum. Bir müddet gittikten sonra yürüyüş yapan bir ekiple karşılaşınca tamam dedim burada hayat var herhalde.
Dedim ama çook yanılmışım. Bir müdt daha gittikten sonra yol artık patates tarlasına dönüştü, benden önce muhtemelen sel olduğundan yol diye bir şey kalmamış, “tamam enduroculuğuma pislik sürecem, geri dönüyorum ulen” desemde arazi şartı motoru geri çevirmeye yetmedi. Hele bir yere geldim akıllara ziyan. 3-4 km. boyunca iniş düşünün, zemin kayalık ve yol boyunca 20-30 cm. su yani yol bildiğimiz dere olmuş. Hayatımda yoldan korktuğum ender anlardan biriyle karşı karşıya kaldım. Geri de dönemediğimden girdim mecburen suyun içine. Ne kadar dua biliyorsam artık hatim ettim. Yolun yarında motor zeminden dolayı birkaç kez yan yattı. Her yerim ıslandı, motor zaten ağır yerden zar zor kaldırdım. “Ulen burada bana bir şey olsa beni bir hafta bulamazlar” diyerekten yavaştan yavaştan tırsıyorum. Neyse ki o dere gibi yol bitip en azından zemini görebildiğim yolu görünce beterin beteri vardır misali seviniyorum.
Epey gittikten sonra yolda Polonya’dan gelen başka bir motor kafilesi görünce Hac’dan babam gelmiş gibi seviniyorum. Buraya kadar en ufak bir hareketlilik ve araç göremeyen ben adamları durdurup hemen muhabbete girişiyoruz.
Bir çift ve iki erkekten oluşan bu gurupta benim geldiğim yoldan Ushguliye gidiyor. Onlara geldiğiniz yol nasıl diyer sorduğumda “gayet güzel” olduğunu söylüyorlar. Aynı soruyu bana sorunca kıs kıs gülüyorum. Gidinde ebenizin örekesini görün diyorum içimden. Tabii yolun kötü olduğunu anlatıyorum ama onlarda benim gibi “ne kadar kötü olabilir ki?” diyorlar ki yola devam ediyorlar. Onlarla vedalaştıktan sonra bir 10 km. kadar gidince Mele isminde bir köye geldim. Normal yaşam alanı görünce çok seviniyorum. Hemen birkaç foto çekiyorum
Yolda giderken önümde mikser taşıyan bir TIR geldi. Yol dar olduğundan sollayamıyorumda, o da bana yol veremiyor. Arkasında tın tın giderken, araç yükleme basamaklarından biri ağaca takılınca paaat diye önüme düştü. Biraz hızlı olsam ya da tam arkasında gitsem şu anda bu yazıyı yazamıyor olurdum herhalde. Biraz şans, biraz da tecrübe sayesinde hiçbir sıkıntı olmadan yoluma devam ettim.
Nihayet asfaltı görünce, asfalt değil ben ağlıyorum. Hemen asfalta yapışıp öpüyorum. Sabah saat 8,30 gibi çıkıp 65 km.yi 13,30 da bitiriyorum. Yani dolu dolu tam beş saat, hayatımda unutamadığım ve unutmayacağım tam beş saat. Tek tesellim tenekeçelebi me bir şey olmaması idi. Bu motorun da bu huyunu çok seviyorum. Benim tenekeçelebi’m sağolsun beni daha yolda hiç bırakmadı. Her ne kadar O’na ihanet edip de satsam da hala onu unutamıyorum.
Bir süre gittikten sonra karnım acıkıyor, haçapuri yemekten içim dışım peynir ve hamurdan birbirin girince çorba ya da sulu bir şeyler yemek içi araştırma yapıyorum. Ama Gürcistan’da her yer hamur işi ya da fast food. Biraz daha gittikten sonra ufukta tanıdık bir tabela “Türkiye’m Tır parkı” Allaaaahh diyerek hemen giriyorum. Sahibi Hatay’lı bir abimiz. Hemen “hoş geldin yeeenim” diyerek sofrayı donatıyor. Mercimek, Dolma, Yoğurt, Salata görünce iştahım açıldı.
Hesap biraz geçirmasyon gibi geldi ama neyse dedim. Yemeğimi yiyip, vedalaştıktan sonra bir sonraki noktam olan Katskhi Dikitine gidiyorum. Burası Gürcistan’ın İmereti bölgesinde Ciatura kasabası yankında Katshi köyünde kireçtaşından yekpare doğal dikit. Yaklaşık olarak 40 metre yüksekliğinde. Katsi dikiti, Kvirila çayının sağ kolu olan Katshura vadisine hakim bir şekilde. Dikitin üzerinde küçük bir kilise var zaten.
The Katskhi Dikit’i Gürcistan’ın batısında bir bölge olan Imereti’de bulunmaktadır. Bu dikit yaklaşık 40 metre(131.23 ft.) yüksekliğindedir ve Katskhura küçük nehir vadisinden görünmektedir. Katskhi oldukça önemli bir manzara olduğundan dolayı, insanların ona özel bir anlam yüklemesi şaşırtıcı değildir. Örneğin, Hristiyanlığın başlamasından önce, 2000 yılı öncesinde Katskhi Dikit’i paganlar tarafından kutsal bir yer olarak kullandığına inanılmaktadır. Tektaş, tanrının bereketliliğini temsil etmesi için düşünülmüştür ve bu nedenle birçok ayin orada yürütülmüştür.
Hıristiyanlığın gelmesiyle, Katskhi Dikit’i yeni bir görev edinmiştir. Kireçtaşı Dikit’i artık bereketlilikle ilişkilendirilmeyecekti. Bunun yerine, bir insanın dünyayla bağlantısını kesmesi olarak görülmeye başlanmıştır. Dikit üzerindeki sofuların yaşama biçimi, 4. Veya 5. yüzyılda dikitin tepesinde yaşamaya karar veren kutsal adam Aziz Simeon Stilit’in figüründe bulunmaktadır. Aziz Simeon kendini toplumdan uzaklaştırmış ve kendini ibadete vermiştir.
Birçok sistematik çalışma 1999 yılından sonra yürütülmüştür ve bir zamanlar dikitin üzerinde bulunan yapılara ışık tutmuştur. Kiliseden ayrı olarak keşfedilmiştir. Aynı zamanda Katskhi Dikit’inde şarap mahzeni de dahil olmak üzere keşişlerin yaşaması için yapılan birçok hücrede bulunmaktaydı. Bunlara ek olarak, 2007’de küçük bir kireçtaşı tabakası keşfedildi. Bu tabaka üzerinde 13. Yüzyıldaki paleografik’ (eski yazı dili) ait Gürcü alfabesiyle yazılmış bir yapıt bulunuyordu. Bu yazıt, üç keşişin hücresinin inşasıyla sorumu Giorgi adında bir adam tarafından ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yazıt yerliler tarafından Katskhi Dikit’i için kullanılan diğer bir isim olan ‘’Hayat Sütunu’’na gönderme yapmaktadır. Geleneğe göre, sütun Gerçek Haç’ın bir sembolü olarak kutsal sayılmıştır.
Günümüzde Katskhi Dikit’i tepesinde yaşayan yalnızca bir keşiş bulunmaktadır. 1993 yılında Maxime Qavtaradze adında Gürcü Ortodoks bir keşiş yemininden sonra Katskhi Dikit’ine taşınmıştır. İlk olarak eski bir dolap içerisinde uyumuş, Dikit’in tepesinde diğer maddelerden onu koruyacak hiçbir şey bulunmamaktaydı. Devamında harabe tapınak Hıristiyan destekçiler tarafından restore edilmiştir. Ayrıca keşiş için bir kulübe inşa edilmiştir.
Maxime sıkıntılı bir geçmişe sahipti ve Katskhi Dikit’inde yaşamanın Tanrı’ya daha fazla yaklaşmasına ve geçmişinden sıyrılmasına yardım edeceğini hissetmiştir. Maxime zamanının çoğunu dikitin tepesinde geçirmektedir. Günlük erzakları vinç yardımıyla destekçiler tarafından ona ulaştırılmaktadır. Yinede, haftada iki kez demir bir merdiven yardımıyla dua etmek için dikitin altında bulunan manastıra iner. Manastırdayken ondan yardım istemeye gelen sıkıntılı adamlara öğütler vermektedir.
Burada biraz resim çekip bilgilendikten sonra, “çadırı buraya mı kursam acaba?” derken ortamı çok fazla tekin bulmadığımdan bu fikrimden vazgeçiyorum. Biraz da gece yol yapayım diyip saat 18:30 gibi yola devam ediyorum. Yol bu noktadan sonra güzelleşiyor, hatta Gori’ye gelmeden bir süre otobanda bile gittim. Gece saat 22,30 gibi Gori’ye geldim. Burda Booking’ten bir hostel buldum. Adı California Guest House , sahibi Madam Marika 55 li yaşlarda tonton bir teyzemiz. Benimle hemen ilgilenip, yatağımı gösterdi. Duşumu falan aldıktan sonra, Marika’nın ikram ettiği kahveyi içtim. Marika gece Rus bir aile gelecek sıkıntı olmaz dimi dedi. Bende sıkıntı yok aplaam dedim. Kafayı vurup yattım.
04.08.2017 (Yedinci Gün)
Gori – Stepantsminda
Gece 01 gibi Marika’nın dediği Ruslar geldi. 25 odalı bir oda olduğundan aynı odada kaldık. Geldiklerinden itibaren güya sessiz konuşuyorlar ama ekip kalabalık olduğundan çok fazla gürültü çıkıyor. Mecbur uyandım bir baktım ki etrafım Ruslarla sarılmış, kadınlar, erkekler, çocuklar hep beraber aynı odada kaldık. Sabah erken kalkıp Marika’nın taze kahvaltısı için alt kata indim. Duvarlar falan taş olduğundan şato gibi hissettim.
Marika ile vedalaşıp yoluma devam ettim. Gori’yi çıkıp Natakhtari tarafına dönünce Kazbeg dağlarının başlangıç noktasına gelmiş oluyorsunuz. Yol boyunca harika manzaralar eşliğinde Ananuri’ye geldim. Ananuri’de baraj gölünün kıyısında bulunan Ananuri Kilisesinde bir mola verdim.
…………Yazı Alıntıdır…….
Ananuri’nin (Gürcistan) kalesi genellikle erken feodal dönem. Daryal Gorge’yu engelleyen bir savunma karakoluydu. Sahibi, Gürcü Ortaçağ döneminin güçlü bir feodal klanıydı – Aragvi Eristavs. Ulusal öneme sahip konularla uğraşan güçlü asiller vardı ve ülkenin yöneticilerini de etkilediler.
Eristavs ikametgahı kullanıldığı gibi17. yüzyılda Dusheti köyü. Oradan, kuzeydeki ana yol, Vedzathevi adı verilen dar geçit yol boyunca ilerledi. Aragvi Nehri bu nehirle birleştiğinde doğal bir kapı gibi bir şey ortaya çıktı. Bu stratejik nokta kule inşası için bir alan haline geldi ve günümüzde Gürcistan’ın tamamı için ünlü olan kale, yani Ananuri.
Belirli bir süre sonra, kral Constantine, Eristavs’ın mülklerine saldırdı. Bir başka yön de Türk saldırılarını tehdit etti. Revaz adı verilen Eristavstva’dan bir asilzade saldırıya karşı koyamadı ve Mtiuleti’ye çekilmek zorunda kaldı. Kral bu anı akıllıca kullandı ve kaleye saldırdı.
Gelecekte kale birkaç kez değişti.el ele. 18. yüzyılın ortalarında Çar Teymuraz tarafından işgal edildi. 1744 yılında kendisine ve oğlu Irakli, İran tahtına mahkum edildi, Ananuri’de tutuklandı. Ve ondan sonra İran makamlarından bir temsilci verildi. Ardından kalenin sahibi Irakly, buradan askeri işlerin yönetimini gerçekleştirdi. Rus-Türk savaşları sırasında otuz yıl sonra kale Rusların elindeydi. Bu dönemde Ananuri’nin stratejik ağırlığı büyük oranda artmıştır. Krtsanis Savaşı’nın tamamlandığı 1795 yılında kale Irakly’in yaşlı kralının son barınağı oldu. 19. yüzyılın başında Gürcistan Rusya’ya eklendiğinde Ananuri de önemli bir rol oynamıştır.
İlk başta burası kalıcı olarak konuşlandırıldı.Rus birlikleri, ülkeleri birbirine bağlayan ana otoyol bölümünü korudu ve ilçede güvenilir bir destek noktası oldu. 1812, kaleyi ele geçirmeyi başaramayan dağcıların ayaklanması yılıydı. Başkandan takviye olarak çıkarılan birlikler direnişçileri acımasızca tedavi ettiler. Sonraki dönemde, Ananuri Kalesi bir süredir Rus birliklerinin eviydi. Projeyi geliştirmiş olan bu sitede askeri bir kasabanın inşasını kabul ettiler, ancak yürürlüğe girmedi. Rus askeri birlikleri Gürcistan’dan ayrıldığında, Ananuri boş kaldı. Bir zamanlar müthiş bir kale yavaş yavaş bir çeşit yıpranmaya dönüştü.
Bu arada, bu bölgedeki ilk Rus turist, 1829’da buraya gelen büyük şair Alexander Sergeevich Pushkin olarak düşünülür.
…………Yazı Alıntıdır…….
Burayı da gezdikten sonra Kazbeg dağlarının gölgesi altında yoluma devam ettim. Bu yolda sürmek, motosiklet hayatımda sürdüğüm en güzel ve en beğendiğim yollardan biri olarak hafızama kazıdım. Bazen işte çok yorulduğumda gözlerimi kaparım ve birkaç saniyede olsa o yolda sürdüğümü hayal ederim. Yolda giderken inekler yine yolu kapamış.Bu yolun tek handikapı TIR’lar Stepantsminda Rusya sınırı olduğundan TIRlarda bu kapıyı tercih ediyorlar.
Bir süre daha sürdükten sonra nihayet Stepantsminda’ya geldim. Bu kenti ben gitmeden önce rota hazırlarken teadüfen görmüştüm. Ben rotama ekledikten sonra –bilenler bilir- Yücel Teköz abi Africa Twin ile gelmişti. Onunda Facebook’ta fotoğrafını görünce tamam demiştim bende buraya çıkacağım. Burası hem sınır kenti hemde Gergeti üçleme Kilisesi bulunduğundan turistik açıdan çok popüler bir yer. Dağın tepesinde bulunan bu kiliseye sadece özel tekerlekli araçlarla çıkılıyor. Yayalar ve trekkingçiler için bir patika yol var.
Şöyle küçük bir Wiki’lik bilgi vereyim 😉
Gergeti köyü yakınlarında kilise. Kazbegi Dağı’nın eteklerinde, Terek Irmağının bir kolu olan Çheri Deresinin sağ yakasında yer alır. Kilise, Kazbegi Dağı eteklerinin manzarasının ey iyi göründüğü yer olarak da bilinir ve trekingçilerin de uğrak yeridir.
Gergeti köyü, Stepantsminda kasabası yakınlarında, bir bakıma kasabanın devamı olarak uzanır. Köy, Kazbegi Dağı’nın güney eteklerinde yer alır. Gürcüstan’ın dağlardaki tek haç kubbeli kilisesi olan Gergeti Kilisesi, 2.710 metre yükseklikteki bu köyde, 14. yüzyılda inşa edilmiştir.
Gergeti Üçleme Kilisesi’nin cephesindeki renkli ve zengin kabartmalar dikkat çekicidir. Bu kabartmalarda insan, bitki, mitolojik hayvan figürleri yer alır. Kilisenin içinde de süslemeler bulunuyordu; ama bunların üzerleri 19. yüzyılda Ruslar tarafından kapatılmıştır. Geriye az sayıda resim sahnesi kalmıştır.
Gergeti Kilisesi hakkında Hevi’de şöyle bir efsane vardır: Kartli, Kaheti ve İmereti kralları arasında bu kilisenin nereye inşa edileceği konusunda anlaşmazlık çıkar. Yaşlı bir adam, bir buzağının kesilmesini ve karganın onun kalça kemiklerini taşıyıp didiklediği yerde kilisenin yapılmasını önerir. Karga kalça kemiğini sonunda Üçleme Tepesine kadar taşır ve orada didiklemeye başlar. Gene efsaneye göre bu dağa ulaşan ilk kral kilisenin temelini atacaktır. Ancak atlı krallardan daha önce, oranın kestirme yollarını bilen topal bir adam tepeye ulaşır ve kiliseni temelini de o atar.
Gergeti Üçleme Kilisesi Gürcistan’ın tarihinde her zaman önemli bir kilise olmuştur. Savaş zamanlarında Gürcüstan kilisesinin hazinesini burada saklanmıştır. Bir tarihte Azize Nino’nun haçının da burada saklandığı bilinmektedir.
Kilisenin yapıldığı dönemden kalma bir de çan kulesi vardır. 15. yüzyılda bu yapı, Hevi ihtiyar heyetinin (uhutsesi) toplandığı ve çok önemli konuları görüştüğü yer olmuştur. Bunun için kiliseni yanında bir toplantı merkezi de yapılmıştır.
Üçleme adına inşa edilen Gergeti Kilise’sinde dinsel bayramlar (18 Temmuz ve 28 Ağustos) büyük bir özenle kutlanır. 2003 yılında bu kilisenin yanında, bugün de faaliyette olan bir manastır inşa edilmiştir
Buraya çıkış, ana yoldan 6-8 km. kadar bir yol var. Yol demeyim günah olmasın, resmen greyderler öylesine bir kazmış. Ben çıkarken ilk başlarda beton yol yapımına başlamışlar. Zaten çıkarken yolun kenarında 6-7 tane büyük enduro motosiklet gördüm. –bunlar neden buraya park etmişler diye düşünerek yanlarından geçtim.
Birkaç kilometre daha gittikten sonra o motorların neden orda kaldığını anladım. Yolda 60-70 cm. derinliğinde çukurlar var. Yol düz bir yol değil aynı dere başı virajları gibi keskin virajı ve aşırı bozuk yollar. Youn sağı ve solu yüksek, ortası çukur. Karşıdan araç geldiğinde mecburen yol vermek zorundasın. Yolda giderken bir baktım minübüs içerisinde motorcular bana tezahurat yapıyor. Meğer motorları bırakıp, minibüsle çıkmaya karar vermişler. Biraz daha çıktıktan sonra baktım motor bu ağırlıkla gidecek gibi değil, fazla yükleri ormanın içine sakladım. Teneke Çelebi elli kaplan gücüne çıktı, vahşi bir kedi gibi tırmanmaya başlayınca keyfime diyecek kalmadı. Hemen orda çay demledim, manzaraya karşı başladım içmeye. 1-2-3-5-10 derken demliğin dibi geldi.
Çayı içtikten sonra havanın yavaş yavaş kararmasından ve yağmurunda ufak ufak atması ile çadırı burada kurmaktan vazgeçtim. Eğer burada yağmura kalırsam bir dahaki yaza kadar aşağı inemem herhalde dedim. Aşağı inerken daha rahat indim. Kentte çadır için yer bulamadım, şuraya kurarım buraya kurarım derken gece oldu, hiçbir şey göremediğimden 35 km. ileride Gudauri kasabasında Hotel İnn adlı hotelde kaldım. Booking sayesinde 110 lari olan otele 70 lari vererek giriş yaptım. Yatmadan önce karnım acıktığından yolda geliken gördüğüm hint yemeği yiyeyim dedim. Gittim gerçekten de Hintlilerin işlettiği Taj mahal adlı yerden Pilav gibi bir şey alıp otelde götürdüm. Şimdiye kadar kaldığım otellerin içinde en lüks olanı da buydu. Yatağa girince, bir haftadır hep sert zemine alışık olan narin vücudum, yatağın yumuşaklığına hemen alışamadı. Bir süre sonra günün yorgunluğuna daha fazla dayanamayarak gözlerimi kapadım.
05.08.2017 (Sekizinci Gün)
Gudauri – Tiflis (Gürcistan)
Sabah yine erkenden kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra motosikletimi toparlayarak o eşsiz kazbeg manzarası eşliğinde bir sonraki durağım olan Tiflisê doğru sürdüm. Yaklaşık 120 km. sürdükten sonra Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e geldim. Sağımda Kura Nehri eşliğinde nehirle beraber Tiflis caddelerinde akmaya başladım. Tiflis gerçektende hep görmek istediğim bir şehirdi. Genelde otobüslerin üzerinde tabelalarını görürdüm “TBILISI-ISTANBUL” diye, artık o şehrin ta içindeydim hem de motosikletimle. Hemen hartalarda işaretlediğim noktalara doğru gidonu kırdım. İlk durağım Tiflis Özgürlük Meydanı
Tiflis içinde Old Bazaar adlı yerde köprünün üzerinde ve sağında solunda ikinci el eşyalar satılan açık hava satış yerleri vardı orayu ziyaret ettikten sonra İkinci Durağım hemen yakınlarda olan Mtatsminda Park, motorumu füniküler istasyonun dibindeki kafeye emanet edip füniküler için bilet alıp parka doğru çıktım
Tiflis’in kuruluşu ile ilgili en çok kabul gören efsane, Kral Vakhtang I Gorgasali’nin yoğun ağaçlıklı bir bölgede bir şahinle avlanması üzerinedir. İddiaya göre şahin av esnasında bir sülün tarafından yaralanmış, ardından da iki kuş birden bir kaplıcaya düşüp yanarak ölmüş. Kral Vakhtang, bu duruma çok üzülmüş ve ormandaki tüm ağaçları kesip yerine bir şehir kurmaya karar vermiş. Tiflis (Tbilisi) ismi de sıcak anlamına gelen eski Gürcü kelimesi “tbili“den geliyor.
Bakire Mary Metekhi Kilisesi ve beni atı ile selamlayan Kral Vakhtang Gorgasali. Burası Kura Nehri üzerinde 12.yy da yapılış bir Ortodoks Kilisesi. Burayı çok fazla vaktim olmadığından dolayı es geçtim. Artık kilise gez gez dinden çıkmayalım diyerekten burayı es geçtim
Mtatsaminda Parka teleferik ile de çıkabilirsiniz. Yukarda sağ tarafta Kartlis Deda her ne kadar der kal gibi baksa da yavaş yavaş ayrılmaya karar veriyorum. Tifliste çok vakit kaybetmemek adına ve hava da çok sıcak olduğundan dolayı birkaç noktamı es geçip 160 km. daha sürüp Azerbaycan sınırına geldim.
Yukarıda tabelada “Azerbaycan sınırına Hoş Geldiniz, iyi şanslar” yazısını gördüm ve birazdan da yaşayacağım gibi şansın Ş sini görmedim.