Karadeniz ve Doğu Anadolu Turu – 2
-Gürcistan Bölümü-
Merhaba arkadaşlar,
Gürcistan sınır kapsında sıra var, ama biz motorlara sıra yok tabii. Öyle sevine sevine ön sıralara geçince sistem arızası yüzünden 2 saat sıcak altında pişiyoruz. Neyse bir süre sonra sistem gelip Türk tarafına 15 TL (2019 itibarı ile 50 TL) verip harcımızı alıp geçiyoruz. Gürcü tarafında hiç sıkıntı yaşamadan kimlik ve ruhsatları gösterip kolayca geçiyoruz. (2019 itibarı ile araç sigortası yaptırmak mecburi)
Yol üzerinde Çoruh Nehrinin Gürcistan’dan geçtiğini bir kez daha coğrafi bilgilerimizin içine atıyoruz. Sınır kapısından Batum 15 km. falan. O yüzden çok çabuk bir şekilde merkeze gelip, motorları liman yakınlarındaki bir otopark’a bıraktık. Hemen yakınlarda bir döviz bürosu bulup, 50 TL verip 38 Lari aldık. Hemen bir haçapuriciye gidip meşhur haçapurinin tadına baktık. Bizden geçer not aldı. Karınlarımızı doyurup gözlerimizin feri yerine gelince biraz şehir turu yaptık.
Gezerken bir türk kahvesine denk geldik, hemen iki çay söyledik. Kahve bildiğiniz sokak arası kahve, oraya girince resmen Türkiye’de hissettim. Kahveciye hotel sorunca bizi bildiği bir yere yönlendirdi. Önce gidip motorları otopark’tan aldık. Burada otoparkçı saat farkı deyip bizden 10 lari istedi. Bizi tanımıyor tabii “Anadolu çocuğu yermi bu numaraları aga” diyip baştan anlaştığımız gibi 5 lari verdik.
Yine dövizciden para bozdurup limana yakın şehir merkezindeki kahvecinin tarif ettiği pansiyona geldik. Sahibi abla Türkçe biliyor, daha önce Trabzon’da çalışmış. Biraz pazarlıktan sonra iki kişi 70 Lari’ye (100 TL) ikna ettik. Dikkatimi çeken ilk şey hemen fiş kesip verdi, çok merak edip sordum. Burada bu konuda çok sıkı denetimler varmış.
Hemen odaya çıkıp güzelce duş alıp bir iki saat kestirip, kaprileri giyip, motorları da pansiyonun parkına bırakıp çıktık dışarı.
Şehirde ilk durağımız Batum sahili oluyor. Burada Batumun her yerinden rahatça görünen bir heykel var. Ali ile Nino heykeli. Bu heykelin hikayesi de çok güzel.
”Bakü’de yasayan Ali Han Sirvanşir müslüman bir ailenin oğludur. Rus disipliniyle yetişmiş, eğitimli, Hristiyan geleneği ile büyümüş ve Avrupa’nın yaşam tarzını benimsemiş soylu bir ailenin kızı olan Nino’ya okul yıllarında aşık olur. Doğu kültürünle büyümüş olan Ali Han, Nino’nun da bu şekilde olmasını ister. Her şeyden önemlisi onun dinine bağlı bir müslüman olmasını arzular. Tüm bunlar bir kenara Nino ve Ali Han aşkının karşısında bunlar önemsizleşir. Sonunda ailelerde ikna olur ve evlenmelerine izin verirler. Ali Han, Nino’nun ailesiyle tanıştırılmak üzere Tiflis’e götürür. Ali Han Tiflis’teyken Nino’nun kaçırıldığı öğrenir. Onu kaçıran ise Nino’nun aşığı Melik Nahararyan’dır. Fakat çok geçmeden Ali Han, Ermeli asıllı Melik Nahararyan’ı bulup öldürür. Artık aranan bir suçludur. Herkesten saklanarak Dağıstan’da yaşamaya başlar. Bu sırada bir arkadaşı ona Nino’yu getirir ve evlenirler. Rusya’da ihtilal çıkınca da birlikte Bakü’ye geri dönerler.
Ancak Bakü’de Ermenilerle çatışma vardır. Uzun süre çalıştıktan sonra Ali Han, Nino’yu alıp İran’a gider. Kafkas İslâm ordusunun şehri kurtarmasından sonra ise Bakü’ye geri dönerler. Burada Nino ile bir kızları olur. Bakü tekrardan Ruslar tarafından işgal edilince karısını ve kızını Tiflis’e yollayan Ali Han, çatışma sırasında Gence köprüsünde vurulur.
2007 yılında Tamara Kvesitadze bu hikayeden etkilenerek Batum’da 8 metre yüksekliğinde Erkek ve Kadın isimli bu dev heykeli yaptı. 2010 yılında ise heykelin açılışı yapıldı.
Şehir merkezi bu saatlerde çok canlı değil ama, bu sokaklara bayıldım. İyice şehir turu yaptıktan sonra bir de teleferiğe binelim dedik. İyi ki de binmişiz manzra harikaydı. Bi 7-8 dakikalık teleferik yolculuğundan sonra seyir tepesine geliyoruz. Tam da güneş batmak üzere, manzara harika, ortam süper. Canlı müzik yapıyorlar.
Burada bir saat falan takılıp yine geldiğimiz gibi teleferik ile geri dönüp, sahile gidiyoruz. Burada hava kararmaya başladıktan sonra her yer cıvıl cıvıl oluyor. O kadar yorulmamıza rağmen ortam bize daha da yürümemizi söylüyor,
Buranın sahili 5-6 km. bu kadar yolu yürüdükten sonra epey bir bitap düşüyoruz. Pansiyonun yakınlarında çok acıkınca, tabelasından Türk olduğumuz bir büfe tarzı ekmek arası yapan bir yere girip acele olsn diye iki tost söyledik. Biraz bekledikten sonra tostlar geldi ama tost demeye bin şahit lazım. Hayatımda yediğim en iğrenç tosttu. “Hemşeri hemşeriyi gurbette öpermiş” dedikleri bu olsa gerek. Turdan sonra okuduğum her ptatfırmda Türklerden alış veriş yapmamanızı öneriyorlar. Ben bunu canlı olarak yaşadım ve gideceklere de kesinlikle Türk restorasnlarından uzak durun derim. Gidin Gürcülerden yiyin, biraz soğuk olsalarda en azından kaliteli ürünleri sunuyorlar. O yiyemediğimiz yemekten sonra kendimizi zor pansiyona atıyoruz. Günün verdiği yorgunlukla ve 9 günün sonunda ilk defa yumuşacık yatakta yatınca içim bir hoş oldu. Yarınının güzel bir gün olması dileği ile uyku moduna girdik.
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 70 km. + 7 km. yaya
Yol durumu : Asfalt
2 Haçapuri 2 Kola : 8,60 Lari
Teleferik 2 Kişi gidiş-geliş 15 Lari
2 Enerji İçeceği : 4,60 Lari
Canlı Rota
Batum’un hikayesiyse çok başka. Batum eskiden bizim türkülerimize bile konu olmuş meşhur türkünün “ben giderim Batum’a, Batum’un batağına” şeklindeki giriş sözlerini hatırlarsınız.
Buranın eskiden bataklık olan sahilleri, yetişkinleri yılda 100-250 ton arasında su emen okaliptüs ağaçlarıyla kurutulmuş. Çarlık Rusya’sında başlatılan bu uygulamayı aslen Gürcü olan Stalin de sürdürmüş. Böylece bataklıklar kuruyup bugünkü halini almış.
Kahvaltıdan sonra oranın meşhur kbac ından içtim. Kbac alkolsüz arpa suyuymuş. Bir nevi alkolsüz bira. Bütün batumlular ayran gibi sabah akşam kbac içiyorlar. İlk gittiğimde çok komik bir görüntü gibi geldi bana. Traktörlerin arkasına bağlanan su römorkundan içecek çıkıyor 😛 Her yerde buna benzer kbac tankerlerinden görebilirsiniz. Büyük barda 1 lari küçük 0,50 lari
Yemekten sonra motorlara atlayıp, yaklaşık 15 KM. Batum şehir merkezi dışındaki Botanik Park!a gidiyoruz. Motorları otoparka bırakıp bilet gişesinde 2 kişi 15 lari ödeyerek biletlerimizi alıp dalıyoruz parka
Burası dünyanın en büyük botanik parklarından birisidir. Parkta iki bini ağaç olmak üzere beş binden fazla bitki türü bulunur. Bitki tanıtımı, çiçekçilik ve kesme çiçekçilik, yarıtropikaller, bitki fizyolojisi ve biyokimya ile botanik alanlarında bilimsel araştırmalar yapılmaktadır.
Bahçenin kuruluşu bölgenin ikliminden çok etkilenen Fransız asilzade Michael D’Alfons tarafından 1880’lerde özellikle Güney Fransa’dan bitkiler getirilip bitki dikilerek yapılmaya başlandı. Rus Botanikçi Andrey Nikolayevich Krasnov’un yürttüğü sistematik çalışmaların ardından bahçenin resmi açılışı 3 Kasım 1912’de yapıldı. Parkta özellikle eski SSCB’nde ekonomik değeri olan yarıtropikal bitkilerin yetiştirilmesi ve tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapıldı.
Bahçede Kafkasya’ya özgü yarı tropik bitkilerin yanı sıra Uzak Asya, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Himalayalar, Meksika, Avustralya ve Akdeniz bitkilerinin sergilendiği bölümler de bulunuyor.
1914 yılında hayatını kaybedeb Krasnov “Beni botaniğimin yağmurlarında yıkasınlar, yıkasınlar, Baş ucumda biten yediverenleri ah aşıklar koklasınlar… “ diyerekten buraya gömülmeyi vasiyet etmiştir. Dolayısyla yaşadığı ev ve mezarı da buradadır.
Burası aşırı büyük bir yer yürü yürü bir türlü bitmiyor. Giriş kapısında ring araçları var, onlara mı binseydik acaba? Diyip yine de yürümeye devam ediyoruz..
Buranın iki girişi var, Batum tarafından ilk giriş değil de ikinci taraftan girerseniz, hemen sahil tarafında denize girilecek alan var. Yine aynı girişin yakınlarında ücretsiz kamp alanı var. Orda çadırınızı kurup ücretsiz wi-fi den yararlanabilirsiniz.
Bu parkı tam 4 saatte gezebildik, hatta çok yorulduğumuzdan birkaç bölümünü de gezemedik. Artık bu kadar börtü böcek yeter diyip motorları almak için otoparka a gidiyoruz. Girişte orda olmayan otoparkçılar motorun başına gelince dibimizde bitiyorlar. Biz oranın ücretli olduğunu girişte anlamadık. Adam gürcüce bir şeyler söylese de biz de Türkçe derdimiz anlatmaya çalıştık. Tabii para vermeden çıktık gittik.
Şimdi rotamız, Artvin sanayi de tanıştığımız bir abinin tavsiyesi üzerine Kobuleti’ ye gitmek üzere yola çıkıyoruz. Parkın bulunduğu Mtsvane Kontskhi bölgesinden çıktığımız andan itibaren yollar değişiyor.
Batum’dan Botanik Parka kadar olan yollar harika. Kobuleti yoluna girdiğimizde sadece yollar değil, evler, arabalar her şey değişiyor. Her şet aynı eski Sovyet zamanlarında ki gibi. Bunun yanı sıra sürücüler çok kötü araba kullanıyorlar. Şehirlerarası yol tek gidiş tek geliş. Hem de çok dar siz yolunuzdan giderken karşınızdan Rus filmlerinden fırlamış gibi kamyonlar sizin şeridinize giriyor, ke za otomobiller de öyle. Yoldan çıkmazsanız ezecek sanki. Neyse bir 25,-30 km. sonra nihayet Kobuleti’ye geliyoruz.
Kobuleti ye girdiğimizde buranın aynı Sakarya/Karasu gibi bir yer olduğunu görüyoruz. Çok da görülmesi gereken bir yer değil yani. Tek farkı her yerde eski Rus devlet binalar. Burada da çok umduğumuzu bulamadan artık geri dönüyoruz. Sınıra gelmeden 15-20 km. önce depoları ve yedek benzin bidonunu fullüyoruz 26 LT. benzine 40-45 lira verince neşemiz yerine geliyor.
Türkiye sınırını geçip Hopa da karnımızı doyurduktan sonra, saatin de geç olması nedeni ile kamp alanımız olan Borçka Karagöl tabiat parkına hava karardıktan sonra girebiliyoruz. Motorları otoparka bırakıp, elimizde çantalarla gölün kenarına çadırımızı kuruyoruz. Karanlıkta zor da olsa çalı çırpı bulup ateş yakmaya çalışıyoruz. Yaklaşık 1lt. benzinde harcasam oksijen bolluğunda çok zor bir şekilde ateş yakıp çay demliyoruz. Çaydan sonra günün verdiği yorgunlukla kıvrılıp yatıyoruz.
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 158 km.
Yol durumu : Asfalt
Rota