Karadeniz ve Doğu Anadolu Turu – 1

Karadeniz ve Doğu Anadolu Turu – 1

-Karadeniz Bölümü-

Merhaba arkadaşlar,

2016 yazında yapmış olduğum raporu geç te olsa bitirebildim. Malum, resimleri yükle, detayları hatırla, notları bul, rotayı çiz derken epey bir süreç bu.
Malum daha önce Avrupa turuna çıkamamız nedeni ile (konu burada) Avrupa Birliği ülkelerini kendi çapımda protesto etmem nedeni ile yine  güzel ülkemi gezmeye karar verdim.

Bu sene öyle bir tur yapmalıydim ki; enduronun gözüne gözüne vurmalıydım. İlk işim hemen NC 700X imi satıp, 2014 model bir enduronun hası bir XTZ 660 Tenere aldım. Adınıda #tenekecelebi koydum.
Geziyi uzun bir uğraşlar sonucu  internetten, sağdan soldan rotalar toplayıp, Google Earth’te ve Wikiloc’ta işaretleyip, telefonuma yükledim.

Ekürilerim Fatih Çayır ve Emre Kadınoğlu’na konuyu açıp onlarıda ikna ettim. Fatih’e de motorunu sattırıp, (ilanı bile ben koydum sahibindene) yerine 2014 model bir Tenere 660 çektik. Tur zamanı yaklaşmadan 15-20 gün önce Fatih’in Tenere ile küçük kazacık geçirmesinden sonra Fatih biraz makinadan ürktü ve gelmekten vazgeçti. Biz de Emre ile çıktık yola.

Genel Rotam (Tamamı yapıldı)

Genel Rotamız

İlk gün rotası : Sakarya – Karasu – Ereğli – Amasra – Cide – İnebolu – Sinop Akliman

Yapılan Km : 650 Km.
Yiyecek İçecek (2kişi) : 110 TL

24 Temmuz 2016 sabahı KM. leri çekip düştük yola

Karadeniz’e en yakın sahil olduğundan Sabah 7-8 gibi Sakarya Merkez’den iki motor Karasu’ya doğru sürüyoruz. 30-40 dk. Sonra sahil boyuna ulaşıp, ,lk durağımız olan Kdnz. Ereğli’ye gelip, sahildeki cafelerden birinde sabah kahvaltımızı yapılyoruz.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra sahilden usul usul Amasra’ya doğru sürmeye devam ediyoruz. Yollar harika, doğa harika, manzaralar süper.  Bu güzellik Amasra’nın içine girdiğimizde sona eriyor. Çünkü yer yer Araba… Sanki Tüm herkes burda gibi, adım atacak yer yok. Zar zor kendimizi Balıkçı Mustafa Amca’nın yerine atıyoruz.

“Aç  ayı oynamaz” misali işkembeleri dolduruyoruz.. Yemekten sonra görülecek yerleri gördükten sonra motorlara atlayıp Amasra’dan çıkıyoruz. Çıkışta o meşhur manzarada birer foto daha alıyoruz.

Küre dağlarının eşsiz manzaraları arasında sürmeye devam ediyoruz. Bilenler bilir bu yolun virajları da çok keskindir. Yol zaten daracık yol, üstüne üstlük keskin virajlarda olunca 100 mt. İlerisini göremiyorsunuz. 1km. deniz kenarına sıfır iniyoruz, 1km. 250-300 mt. Yüksekliğe çıkıyoruz.

Amasra Girişi
Kdnz. Ereğli
Amasra Kalesi
Kalede Çay
Fatih Camii
Amasra Evleri

Biraz daha gittikten sonra Hamsilos koyuna girip yolun yorgunluğunu kısmen de olsa atıyoruz..

Burada çok umduğumuzu bulamadan ve bir an önce de Sinop’a ulaşmak için çok takılmadan çıkıyoruz yola, yine yorucu bir yolculuktan sonra nihayet bir düzlüğe, yani  İnebolu’ya geliyoruz. Ana yol kenarındaki pastaneye girip çay-poğaça yapıyoruz. Sahibi de Sakarya’lı çıktığından muhabbet biraz uzuyor.

Ve nihayet gecenin saat 10’unda Sinop’a ulaşıyoruz.  Tabii karnımız yine acıkıyor hemen kalenin dibinde bir aparetifçi bulup yumuluyoruz kumrulara.

Karnımız doyunca hemen çadır kurmak için güzel bir yer arıyoruz. Havaalanı tarafında daha önce kaldığım kampinge doğru gidiyoruz. Arkadaşım Emre “aga ben buraya para vermem, gel free takılalım” diyor. Haliyle o kampingten 1 km. ileriye kimsenin olmadığı sahile, karanlığın ortasında kuruyoruz. Tabii ben gece ortamı göremediğimden hafiften de tırsmıyor değilim yani El yordamıyla ve fener ışığı eşliğinde çadırımızı kurup 760 km.lik yorgunluğumuzu atmak üzere güzelce uykuya dalıyoruz.

İKİNCİ GÜN

Yapılacak KM : 360 km.

Yiyecek İçeçek Masraf (2Kişi) : 112 TL

Rotamız

Sinop Akliman – Sinop Merkez – Samsun İlk Adım – Çarşamba – Medrese Önü – Yason Burnu

Sabah bir kalkıyoruz ki; o da ne? Ortama bak, cillop gibi .  Sabah erkenden kalkıp, Sinop şehir mekezine gitmeden, İnceburun’a çeviriyoruz rotayı. Hem manzarayı görelim hem de manzara karşı gözleme ayran yapalım diye. Güzel manzaralı bir yoldan sonra nihayet Fenerin dibine geldik.

Manzaraya doyduk ama erken olduğu için kahvaltı hazırlmamışlar, bizde biraz takldıktan sonra atladık motorlara, Sinop sahildeki cafelerden birinde sabah kahvaltımızı yaptık.

Sinop’a geldik madem, Emre cezaevini daha önce gezmediğinden beraberce Cezaevini gezmeye başladık.

Burası hakkında Vikilik bir bilgi;

Tarihî Sinop Kapalı Cezaevi, bir dönem “Anadolu’nun Alkatrazı” tabiri ile de tanınan ve 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilen cezaevidir. Tarihi eskilere dayanan yapı, şiirlere, şarkılara konu olmuştur.

Üç yanı deniz olan ve tarihi kale duvarlarının içerisinde yer alan cezaevine ev sahipliği yapan kale yaklaşık 4000 yıl önce bölgenin hakimi Gaskalılar tarafından yapılmıştır. Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar kendi dönemlerinde kaleyi korumuş ve güçlendirmişlerdir. Kalenin cezaevi olarak kullanımına ait en eski belgeler ise 1568 yılına dayanmaktadır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu zindandan şöyle bahsetmiştir;

“Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”

İç kalenin resmi olarak zindana dönüşmesi ise 1887 yılında olmuştur. O dönem Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa yeni binalarla birlikte bir de hamam eklemiştir. 1939 yılında da çocuk hapishanesi olarak kullanılmak üzere bir bina daha yapılmıştır.

Kırım Hanı Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Ruhi Su, Burhan Felek, Zekeriya Sertel bu cezaevinde yatmış bazı isimlerdir. Cezaevini anlatan şiirler Sabahattin Ali’nin kaleminden de çıkmış ve bunlardan “Aldırma Gönül” popüler olmuştur.

Meşhur Sandal
Sebahattin Ali’nin Koğuşu
Çocuk Koğuşu
İç Avlu
Sinop Askerlik Şubesi
Alaattin Camii

Şehir turunu tamamlayıp yola çıkıyoruz. Cillop gibi Karadeniz yollarında, benim #tenekecelebi adeta uçuyor. Hayvan şahlandıkça şahlanıyor. Yükün çoğu bende olduğunda yatması kalkması çok harika oluyor. (Tabii yolcuğun ilerleyen kısımlarında bu zevk çileye dönüşecek, hiçbir şeyden habersiz zor günlere doğru koşuyor hayvanım) Sinop’u çıkıp nihayet Samsun’a giriyoruz. Samsun her zamanki Samsun, trafik berbat ötesi, Yan çantalardan dolayı trafik işkenceye dönüyor.

Nihayet İlkadım a gelip Bandırma vapurunu ziyaret ediyoruz.

Gemiyi dolaştıktan sonra hemen yola çıkıyoruz, ve durağımız Çarşambaya geliyoruz. Her Karadeniz turunda uğramasam olmaz dediğim Galip Usta Pide Salonu’na doğru adeta dört nala gidiyoruz. (Tavsiye ederim)

“Samsun’u Samsun olduğu için değil, içinde Çarşamba pidesi olduğu için seviyorum”  😀

Çarşamba’da karnımız doyurduktan sonra Ordu Perşembe’ye bağlı Bolaman tarafında “Uzun Saçlı’nın Yeri” olarak bilinen Nusret abinin yanına çay içmeye gittik. Nusret abi, biraz sert ve sinirli gibi gözükse de altın gibi bir adam. Yine oradaki birkaç müşteri homurdandı falan ama adamın mizacı bu. (Daha önceki raporda bahsettiğimden kısa tutucam bu olayı) Çoğu kişi eleştirse de ben seviyorum Uzun Saçlı abiyi. Buraya giderseniz, “usta iki çaayy” diye bağırmayın, oturun otorduğunuz yerde, o size kaç bardak içeçeğinizi sorar. Ya da gelip size “3-5 çay yazdım da diyebilir” yada tipinizi beğenmez “çay kalmadı” da diyebilir. Siz efendi efendi oturup, olayı gidişatına bırakın. Fiyat biraz pahalı gelebilir çay ama o tada değer.
İşte ünlü olmasına sebep olan Volkan Konak’ın o şiiri

Meşhur Uzun Saçlı
Meşhur Uzun Saçlı Nusret Abi

Çayımızı içip güneşin denizin üzerine düştüğünü görünce bizde atlıyoruz motorlara, ve ikinci günün sonuna yaklaştığımızdan kamp yerimiz olan Ordu / Yason Burnuna sürüyoruz. Yason Burnuna çadır kurma fikri her Karadeniz’den geçtiğimde aklımdaydı ama, bu sene zamanı tutturup nihayet oraya kamp yapmaya karar verdik. Çok kısa bir süre içerisinde Kamp alanına gelip, eşekleri boşalltık.

Akşam için Anayola yakın bir yerden yiyecek içecek ve temiz su tedarik ettik. Hemen orada çayımızı demleyip, karnımızı da biraz doyurduktan sonra, daha güzel bir güne uyanma dileğimiz ile çadıra girip dalgalar sesinde güzelce uyku çektik…

Ordu/ Yason Burnu
Yason kilisesi
Gün Batımı
Artistik Hareketler
Çadır Alanı
Sabah Kalvaltısı

Üçüncü Gün:

Gece danalar gibi uyuyup, sabah güneş tepemize çıkıtığından güneşin sıcak yüzüyle uyanıyoruz. Ortam harika, hafif hafi esinti var, dalglar her sahile vurduğunda yeni bir güne uyanmanın güzelliğini bir daha yaşıyoruz. İlk işim hemen ateş yakıp, kahvaltılıkları hazırlıyoruz. Ben sucuklu yumurtaları hazırlarken Emre’de domatesleri ince ince kesiyor.

Kahvaltımızı bitirtdikten sonra, oranın ismini de aldığı Yason Kilisesi açılıyor. Hazır açılmışken girip bir bakalım diyoruz. Bu kilise, 1868`de yörede yaşayan Rumlar ve Gürcüler tarafından yaptırılmış olup, mimarisi gayet özelliklidir. Yason burnu, esasen çok eski bir yerleşim yeridir. MS 3. yüzyılda Hıristiyanlar, Giresun`da İsa’nın doğumunu kutladıktan sonra buraya gelerek ‘Işıklar Bayramına’ katılırlarmış. Kilise 2004’te tadilat görüp 2008’de hizmete açılmış. Bu gün hala haftanın belirli günleri ibadete açıkmış. Buranın manzarasından dolayı her geldiğimde illa bir gelin ekibi foto çekmeye gelir.. 

Bu arada Emre denize girip güzelce çimiyor. Emre’nin çimmesi bittikten sonra pılı pırtıyı toplayıp yavaş yavaş yola çıkıyoruz. İlk durağımız Ordu – Boztepe. Ordu Merkez’e gelip, merkezden yaklaşık 10-15 km. tepeye doğru tırmanıyoruz. Tımandıkça manzara harika, her yerde fındık bahçeleri var. Güzel manzaradan sonra nihayet tepe çıkıyoruz. Hemen bir cafeye oturup, demlik çay eşliğinde manzaraya karşı demleniyoruz..;))

Gelmişken teleferiğe binmemek olmaz diyip, motorları bırakıp atlıyoruz teleferiğe

Küçük bir sahil geziside yaptıktan sonra teleferiğe binip yukarı çıkıyoruz. Çok da vakit kaybetmeden, yaylalar, dağlar, şelaleler, hard yollar bizi bekleeer. Ordudan çıkıp ilk durağımz olan Çambaşı Yaylasına doğru sürmeye başlıyoruz.

Teleferikten Ordu
Boztepe
Boztepe

Yol boyunca Manzara harika, resmen sisin içinden gidiyoruz. Yeşiilin her tonu mevcut, manzara tablo gibi, hatta tablolardan da güzel. Yaklaşık 60 km. sürüp nihayet Çambaşı Yaylasına geliyoruz.


Burası Karadeniz Bölgesi’nin en önemli yaylalarındandır. Hem yaz hem kış aylarında turizm için bulunmaz doğal güzellik ve özelliklere sahiptir. Deniz seviyesinden 1,850 m. yükseklikte olan yayla’nın ulaşımı, Ordu – Kabadüz – Çambaşı güzergahını oluşturan asfalt yol ile sağlanmaktadır. Modern iki otel ve restoran mevcuttur. Çarşısı, pazarı, 
piknik yerleri, lokantaları vardır. Doğal güzellikleri ile muhteşemdir. Bu yörede bütün doğa sporlarını profesyonel olarak yapmak mümkündür. Sahil kesimindeki nüfusun büyük bir bölümü yaz mevsiminde bu yaylaya çıkmaktadır. İlimizin 61 km. güneyinde olan bu yaylada, birkaç tane alabalık üretim çiftliği vardır. 72 obası ve 100 bin dönümlük alanı ile ülkemizin en geniş yaylalarından biridir. 
Şehir ile yayla arasında düzenli olarak minibüs seferleri düzenlenmektedir. Yaylada 
elektrik, telefon mevcuttur. Bakkal, kasap, et lokantaları, sağlık ocağı ve Jandarma karakolu bulunmaktadır.


 Ben daha önce gezdiğimden, çok fazla ayrıntıya girmeden Merkezde çay içmekle yetindim. Ama siz gitmek isterseniz aşağı mahallede alabalık çiftliği var. Mutlaka gidip görün, çok harika bir yer tam çadır kurmalık.. Neyse biz çayımızı içtikten sonra çıktık yola, ikinci durağımız bu yaylaya 15 km. mesafedeki Paşa Konağı yaylası.

Paşa Konağı yaylası nispeten küçük bir yayla. Merkezinde bir camii, bir otel birkaç ev, et lokantaları ve bakkal var. Öyle ahıım şahım bir yer değil. Ama manzara açısından süper bir yer. Daha önceki Çambaşı Yaylası, Ordu’ya bağlıyken Burası Giresun/Bulancak (benim memleket) halkının yaylası olarak geçer.

PaşaKonağında da çok takılmadan, hava da hafiten karardığından yola çıkalım diyoruz. Gideceğimiz yer Yine Giresun’un en büyük ve en güzel yaylalarından Bektaş yaylası. Asıl olaylar buradan sonra başlıyor. Giresunlu olmama rağmen, Paşakonağı Yaylasından, Bektaş yaylasına normalde sahile inip tekrar ana yoldan Bektaş yaylasına çıkılır. Ben gitmeden önce Wikiloc’tan rota oluşturdum, hatta bir kısımını da sevgili dostum Emre oluşturdu. Bunu kaydedip ben telefonuma yüklemiştim zaten.

Biz çıktık Paşakonağından navigasyona baka baka bilinmezliğe doğru yol almaya başlıyoruz. Normalde iki yayla arası 15 km. bilgisayar başındayken “ooo yakınmış, şurdan gideriz, şurdan döneriz” diye çiziyoruz amaaa gel gelelim iş öyle bizim çizdiğimiz gibi çıkmıyor. Yukarıdan gördüğümüz yolla meğerse orman yoluymuş, ve çoğu orman şantiyesinde son buluyor.

Bu arada açlıktan ve yorgunluktan Emre’nin sinirler zıplıyor, Onun motorun NC 700X zaten bu yolların motoru değil, üstüne üstlük amotisötde patlak. Her 15 dakikada bir Emre’yi bekliyorum.

Ormanda kaybolunca sinirler geriliyoruz, açlık ve yorgunluğun etkisiyle ufaktan tartışıyoruz. Böyle zamalarda timing tutturmak gayet zor oluyor. Bir müddet gittikten sonra gece saat dokuzda nihayet Bektaş yaylasına ulaşıyoruz. Bu saatte çoğu yer kapanmış, zar zor bir lokanta buluyoruz, siparişleri verip kurbanlık koyun gibi bekliyoruz. Sinirler tavan yapmış bir şekilde kös kös otururken nihayet yemek geliyor. Aman Allah’ım bir et yiyoruz ben hayatımda böyle bir lezzet daha görmedim, bize burda (Sakarya) et diye ne yedirdiklerini anlıyorum. Meğer biz burda saman yiyormuşuz. Eti ısırırken gözlerimden yaş geliyor resmen.

Tabii karnımız doyurduktan sonra gzölerimizin feri yerine geliyor, sinirler antrikot gibi yumuşacık oluyor, bizde artık peynir kıvamına geliyoruz. Hemen çadır kuracak yer soruyoruz lokantıcıya, oda pencereden bir yer gösteriyor “gidin ha uraya kurun çdırınızı” diyor. Gösterdiği yerde tek bir ışık yok. Yapacak bir şey yok deyip çadır kurmak üzre kamp alınan sürüyoruz. Motorun farı eşliğinde çadırımızı kuruyoruz. Sabah nasıl bir yerde uyanacağımızı bilemediğimizden ve soğuktan biraz geçte olsa uykuya dalıyoruz…

Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 180 km.
Masraf ; 81 TL
Yol durumu : Az Asfalt, Ağır Stabilize
Rota :

Canlı Rota

İsteyenler için Wikiloc iz kaydı
https://tr.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=13951964

Dördüncü Gün

Gece güzeeel ce uykumuzu çektikten sonra, heyecanla “nasıl bir yere çadır kurduk acaba?” diyerekten çıktık dışarı. Manzara bu :

Bektaş Yaylası
Bektaş Yaylası
Bektaş Yaylası
Potansiyel Kavurmalar
E.K

Biraz sağı solu keşfettikten sonra Bulancak’taki akrabalarım kahvaltıya davet ettiklerinden gidonu Bulancak’a çeviriyoruz. Ve yine gördüğüm en harika manzaralar eşliğinde sürüyoruz.

Bir süre gittikten sonra bir yol kenarında şelale görüp biraz dinlenip, fotoğraf çekiyoruz.

Yine güzel manzarala eşliğinde Bektaş – İnişdibi – Çaldağ – Bulancak rotasını izliyerek yaklaşık 60 km. sürüp nihayet Bulancak merkeze gelip, akrabalara gidiyoruz.

Akrabalarla kahvaltıdan sonra Bulancak Merkez’e yakın, Sarayburnu Camii’ye ziyarete gidiyoruz.

Bir müddet bu camiinin inşaatında da çalıştığımdan buranın yeri benim için ayrıdır. Camiinin hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse. Cumhuriyetin ilanından sonra Osmanlı Mimarisi ile yapılan ilk ve tek camiidir. Buranın en büyük özelliği tuğla, briket, ytong kullanılmadan yapılmasıdır. Duvarlar doğa kesme taş ile yapılmış olup, mimarisi M,mar Sinan’ın “çıraklık eserim” dediği İstan Fatih’teki Şehzadebaşı Camii’nin benzeridir. Giriş kapısı, UNESCO Dünya Mirasında olan Sivas Divriği Camii kapısından essinlenerek yapılmıştır. Bu inşaat yaklasık 25 yıldır devam etmektedir.

Bulancak Sarayburnu Camii

Camiiyi ziyaretten sonra, motorlara atlayıp Giresun Kalesine çıkıyoruz. Kalede Topal Osman Aga anıtını ziyaret edip, Giresun’u kuşbakışı izliyoruz.

Giresun Kalesi

Arkadaki ada Karadeniz’in tek adasıdır, zamanında burada Savaşçı Kabile Amazonların yaşadığı rivayet edilir. Günümüzde halen Amazon kabilesini canlandıran bir organizasyon bulunur. Burada da çay kahve keyfinden sonra, Giresun’un en eski mahallelerinde Zeytinlik Mahallesini geziyoruz.

Burada da o sokak senin bu sokak senin gezdikten sonra, bir sonraki durağımız olan Giresun Akçalı Köyü’nde bulunan Kök Evi’ne sürüyoruz. Kök Evine gelince Mekanın sahibi Ergun abinin oğlu hemen beni tanıyıp hoşgeldiniz deyip bizi karşlıyor. Çocuğun beni tanımasına epey şaşırıyorum. Geçen sene burayı ziyaret ettiğimde Sahibi Ergun abiden burada kamp yapmak için izin alıyorum. Zaten kendisi çok şeker bir adam olan ergun abinin orada daima kurulu olan bir çadırı var. Gelen kamp aşıklarına, doğaseverler için her zaman hazırda bulunuyor. (Benim adımı da verirseniz size güzellikler yapar)

Burası (abartmadan) Türkiye’de görüp görebileceğiniz en doğal en güzel mekanlardan biridir. Karadeniz turu yaparsanız buraya gelmemeniz çok büyük bir kayıp olur.

Bu masa derenin içine kurulu, ayağınız suda yemeğinizi yiyebilirsiniz. (Ortadaki sarı şey kiraz turşusu olup, Giresun (Kerasus, Kerasunde) yöresine aiittir. Kesinlikle yemeden çıkmayın)

Akşam yemeğini yiyip, bir semaver çayımızı söyleyip, derenin o güzel sesinde içip, Hemen çadıra girip güzeelce br uyku çekiyoruz.
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 100 km.
Yol durumu : Asfalt
Canlı Rota

Topal Osman Anıtı
Kaleden Giresun Manzarası
Giresun Kalesi
Zeytinlik Mahallesi
Meşhur Kiraz Turşusu
Kök Evi

Beşinci Gün

Gece dere ve şelale eşliğinde rüya gibi bir uyku çekip, sabaha zımba gibi kalkıyoruz. Artık Emre iel yeni maceralara hazırız. Öyle bir dinlemişiz ki; elimizde olsa Gobi Çölünü bile geçeceğiz. (Tabii ilerleyen zamanlarda dağlarda nasıl cebelleşeceğiz belli değil)

Çadır Manzarası

Bir gün önce misafir olduğumuz akrabaları kahvaltıya çağırıyoruz. (Onlarda Fransa’da yaşadığından, haliyle böyle bir yerden haberleri yok) Ergun abi’ye şelale manzaralı masayı ayırttırıp sipariş veriyoruz. Yarım saat sonra akrabalar gelip, hemen açık havada şelalye karşı kahvaltıya girişiyoruz.

Ağır ağır kahvaltımızı yaptıktan sonra, son kez foto falan çekilip yola düşüyoruz. Yine Karadeniz’in harika sahil yollarından öğlene doğru Akçaabat’ta meşhur köftesini yemek üzere mola veriyoruz. Orada yerli halktan en meşhur köftecisini öğrenip başlıyoruz dükkanı aramaya. Biraz aramadan sonra nihayet buluyoruz.

Kötemizi yiyip üzerine çayımızı da içtikten sonra Trabzona doru sürüyoruz. Her Trabzondan geçerken anayoldan görüpte bir türlü zamanlamayı ayarlayamadığımdan Meşhur Ayasofya Kilisesini bu defa ziyaret etmeyi planlayıp, oraya sürüyoruz. Motorları parkederken çakal bir şopar gelip park parası ayartmaya çalışıyor. Tabii “Anadolu çocuğu yermi bu numaraları” diyerekten çocuğa fırça kayıp, motorlar çekiyoruz. Tabii Ayasofya’yı gezerken bir gözümde motoru kesmeyi ihmal etmiyoruz.

Trabzon Ayasofya

Burayı Trabzon İmparatorluğunu kuran 1.Manuel 1250-1260 yılları arasında, adı “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen Ayasofya’yı inşaa etmiş. . Fatih Sultan Mehmed’in 1461 yılında Trabzon’u fethinden sonra da kilise olarak kullanılan yapı 1584 yılında sultanın emriyle Kürd Ali Bey adlı bir ayân tarafından bir minber ve müezzin mahfili eklenerek camiye dönüştürülmüş. Uzun süre ibadete kapalı olan yapı 1865’de Müslüman cemaatin topladığı 95.000 kuruş ile Rum ustalar tarafından onarıldıktan sonra yeniden camiye dönüştürülmüşse de I. Dünya Savaşı sırasında Trabzon’u işgal eden Rus ordusu tarafından depo ve askeri hastane olarak kullanılmış. Savaş sonrasında 1960 yılında dek cami olarak kullanılan yapının freskleri 957-62 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi’nden Russell Trust tarafından temizlendikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 1964 yılında müze haline getirilmiş. Şu anda içinde küçük bir mescit bulunan camiide de iibadete devam edilmekteymiş.

Ayasofya’yı enine boyuna dolaşıp fotoğrafladıktan sonra sonraki durağımız olan Sümela Manastırınıa doğru yola çıkıyoruz. Sahilden Trabzon şehir merkezini 5-6 Km. geçtikten sonra Maçka istikametine dönüş yapıyoruz. Bir 35-40 KM. sonra Maçka’ya ulaşıp gece ve sabah için alışverişimiz yapıp, Sümela’ya doğru sürüyoruz. Yine en sevdiğim yollardan biri olan Maçka-Sümela arası rüya gibi bir yol. Sağınız solunuz yeşilin her tonu mevcut. Yol üzerinde sıra sıra alabalık tesisleri. Gerçekten de çok harika bi yol. 20 km. sürüp nihayet Sümelanın eşsiz manzarasını görüyoruz. Manastır tadilata olduğundan ve daha önce de gezdiğimden, manastırı sadece seyir tepesinden izledik.

Sümela Manastırı

Manzarayı izledikten sonra 5-10 km. yukarıda bulunan Altındere Mili parkı piknik alanına ulaşıyoruz. Gittiğimizde turistleri gezdiren bir gençle muhabbet ediyoruz. O da bu çevrenin yerlisi olduğundan buraları iyi biliyor. Bizim buraya çadır kuracağımızı söylediğimzide çok şaşırıyor. Burada terör olayları olduğunu, bizim deli olduğumuzdan bahsediyoruz. Ona bizim de boş olamadığımızı yanımızda küçük savaş baltamızı olduğunu söylüyoruz. “O da hee o zaman bişi olmaz” diyor.

Oraya hava şartlarından ve oksijen fazlalığından zor da olsa, çevreden çalı çırpı toplayıp ateş yakıyoruz. Alanda su olmadığında 500-600 mt. Yukarılarda su buluyoruz.

Ateşi gören Emre
Güvenli Alan 😀
Çay Demleme

Şimdi gezi boyunca yaptığımız en güzel şeyi yapıyorum. Tura çıkmadan önce hep istediğim kamp alanında sac tava yapma fikrimi hayata geçiriyorum.

Karnımız kurt gibi acıkıtığından, hemen hızlıca eti kuşbaşı doğrayıp, soğan ve domatesleri de küp küp doğrayıp ateşe koyuyoruz.

Gece zaten tenha bir yer olan bu alan, gece epey bir korkutucu bir yer haline geliyor. Tabii erkekliğe pislik bulaştırmamak adına pek sesimiz çıkmıyor. Yemeğimizi yiyip, çayımızıda yudumladıktan sonra çadıra geçip, gece kurt ve çakal ulumaları eşliğinde uykuya dalıyoruz.

Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 193 km.
Yol durumu : Asfalt
Canlı Rota

Altıncı Gün

Sabah erkenden uykumuz almış şekilde 7,30 gibi uyanıyoruz. (Merak edenler için koorinat : 40.661094, 39.672700)

Kahvaltımızı hemen orada yapıp, rotamızda ne olacağını bilmeden erkenden yola düşüyoruz. Hedefimiz sahile inmeden, dağlardan ve ünlü Soğanlı geçidinden geçip Uzungöl’e düşmek. Geziye başlamadan önce Wikiloc’tan çizdiğimiz ve Giresun’da başımıza gelen olayları tekrar yaşamamak adına yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Bu sefer karar verdik çok fazla navigasyona uymadan yerel halk’a da danışmak. Bu çizgi eşliğinde düşüyoruz yollara.

Şu Karşı Yaylada Göç Kater Kater
Bir Güzel Sevdası Serimde Tüter
Bu Ayrılık Bana Ölümden Beter
Geçti Dost Kervanı Eyleme Beni

Sis öyle bir hızlı geçiyor ki; karşı dağlara bakarken foto çekilelim diyoruz, fotoğrafı ayarlayana kadar dağ kayboluyor.

Harika manzaralar eşliğinde sürmeye devam ediyoruz. Tabii Kamp alanından itibaren hep stabilize yol. 20 dk. Gidiyorum, 10dk. Emre’yi bekliyorum. Hali ile patlak amotisörle bayağı bir zorlanıyor.

Daha önce belirttiğim gibi, navigasyona çok fazla güvenmeyip yerel halktan da yol hakkında destek alacağız dedim ya; Rota yaparken Santa Harabelerini de işaretledim, onuda ziyaret edeceğiz. Yolda giderken bir amcaya sorduk. “amca santa harabelerine nasıl gideriz” Amca’da “ bir kilometre ilerde mezarlıktan sağa dönün, 15-20 km. ilerde” dedi. Biz de bastık gittik. Tam dediği yere geldik ki, bir tabela var. Amca bize “sağdan gidin” dedi ama tabela tam tersini söylüyor, sola doğru ok var. Navigasyona bakıyoruz, oda soldan devam diyor. Biz de amca yanlış söyledi herhalde deyip yola devam ediyoruz. Yol dediğim için kusura bakmayın, yol yoldan başka her şeye benziyor. Sadece yeşillik yok yani, bildiğiniz tarla.

Yol gittikçe daha da kötüleşip, gidilmesi imkansız hale de gelse yavaş yavaş gidiyoruz. Çevrede bir tane ev yok, bırakın evi insan bile yok. Navigasyona bakıyoruz hala devam diyor, bir ara yüksekliğe gözüm ilişiyor, rakımın 2540mt. Olduğunu görüyorum. Bir de her tarafı sis kaplayınca “heehh şimdi tam oldu” diyerekten sisin içinde ağır ağı yol alıyoruz, üzerinde de hafif yağmur çişeleyince keyfimizden!!! Dört köşe oluyoruz.

Yukardaki resimde biraz dinlenip, meyve falan yiyip rota hakkında konuşuyoruz. Bir müddet dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Git git git… derken harabe marabe göremiyoruz. Daha da gittikten sonra nihayet bir yaylaya ulaşıyoruz.

Yaylanın içine girince bir Santa Harabeleri tabelası daha görüyoruz. Orada birine sorduğumuzda, o kişinin de yabancı olduğunu öğreniyoruz. Yine tabelanın gösterdiği yöne doğru sürüyoruz.

Tabii yine git babam git, lanet olasıca harabe marabe yok, sinirler tavan yapıyor. En kıymetlimiz zaman yavaş yavaş ölüyor. Bir sıcak, bir soğuk dengemiz şaşıyor. Vel hasıl harabeyi bulamadan aynı yolu, Taşköprü Yaylasına kadar geri dönüyoruz. Aşağıda verdiğim haritaya dikkat :

İlk amcanın dediği yerden sapsak en fazla 5-6 km. sonra varacakmışız. İkinciye Taşköprü Yaylasından gittiğimiz yoldan 3-5 km. daha gitsek yine varıyormuşuz yani.
O sinirle bastık Uzungöl yoluna doğru

Yine az gittik uz gittik, dere tep düz gittik, nihayet bir asfalt parçasına geldik. Burası Yağmurdere Bucağı yakınlarında bir anayol.
Asfaltı gören masum köylü Emre, az daha asfaltı öpecekti )

Emre 15 yıl sonra askerliğini yaptığı topraklarda olmanın gurunu yaşıyor. Tabii Emre’nin bu sevinci sadece 3km. sürdü, Emre yine bozuk yollara girince, en son aynadan gördüğümde hareket çekip “yine nerelere sürüklüyorsun bizi İbooo” dediğini duyar gibi oldum, tabii ki pek de kaale almadın

Bu yol, kışın ilk aylarında TV’de gördüğümüz iki yanı 3-4 mt. Yükseklikte kar tepeleri olan yol. Yol öyle bir yol ki; dağların zirvesine çıkıp, tekrar dere seviyesine geliyoruz. Bir dağ bitiyor, bir dağa daha tırmanıyoruz. Epey böyle gittikten sonra nihayet küçük de olsa bir Uzungöl Soğanlı Geçidi tabelası görüp doğru yolda olduğumuza şükrediyoruz.

Taşköprü Yaylası
Taşköprü
En düzgün yollar
Çorak Köyü
Emre’nin Sevinci
Yolda hala kar var

Biraz gittikten sonra yukarıdan (aşağıda resmi olan yer) bir asfalt görmenin sevinciyle o bozuk yolda Tenere’ye veriyorum çoşkuyu, tabii gittiğim yola bakmadan, “lan bu yol nereye gidiyor acaba?” diye düşünürken bir anda kendimi havalarda ve bunun sonucunda yerde sürüklenirken buluyorum.

Soğanlı Geçidi Tabelası (Derebaşı Virajları Değil)

Meğer o heyecanla giderken yolun ortasından (aşırı yağmurun biriktirdiği) 60-70 cm. bir rampaya çıkıp uçmuşum. Ön tur camı ya da aynanın karaciğerimin altına girdiğini hissettim. Yerde bir 10sn. ye kadar hareketsiz kalıp, inceden kendimi yokladım, elim oynuyor, parmaklarımı sıkabiliyorum, ayağım tamam, yavaşça kalkıp ayakta kendimi bir check edip, bir şeyimin olmadığını anlayınca motoru stop ediyorum.

Motoru Emre ile ayağa kaldırıp baktığımda altından bir sıvı döküldüğünü görünce beni bir korku aldı, elimle koklayınca bunu su olduğunu anlayınca bir oh! Çektim. Motora baktım, yan çanta yamulmuş, sis lambasının biri yere düşmüş. Hemen toparlanıp, yanımda getirdiğim anahtarlar yardımı ile, çantayı biraz düzelttik, sisi taktık (en büyük yardımcım plastik kelepçeler oldu, onu icat edene çok teşekkürler)Her şeyi tamamlayıp marşa bir bastık ki; çakmak gibi hemen aldı, baktık sıkıntı yok, yola devam ettik.

Burası çok ilginç bir yer. Bir taraf Bayburt, bir taraf Gümüşhane, bir taraf Trabzon. Soğanlı Geçidine geldik ama burası hiç resimdeki o meşhur Z Z Z Z Z gibi görülen yere benzemiyor, hemen haritayı açıp bakıyoruz ki o meşhur yere gelmemişiz.

Hemen navigasyonu takip edip, yol devam ediyoruz. Yolda bir araca denk gelip yolu sorduğumuzda oranın trafiğe kapalı olduğunu öğreniyoruz. “Biz yine de gideceğiz” deyince kabaca tarif ediyor ama bir şey anlamadık. Neyse sonunda bulduk Soğanlı Geçidini ilk girşte dikkatimiz çeken şey, trafiğe kapalı, tehlikeli yol tabelalarıydı.

Motora atlayıp yavaş yavaş ilerliyoruz. Bizim girdiğimizde zirvede epey bir sis vardı. Aşağıya indikçe sis yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Yollarda kafam kadar taşlar, keskin virajları gördükçe ben neşeleniyorum. Türkü söyleye söyleye iniyorum. Emre’nin NC amotisör patlak, dönüşlerde motordan dolayı zorluk çekiyor. İçinden ne diyor kim bilir?

Derebaşı virajları girişi

Aşağıya indikçe sis kayboluyor, sis kayboldukça manzara güzelleşiyor. Ağır ağır aşağı iniyoruz. Burası yaklaşık 5-6 km. bir yol ama tam 45 dk. Da iniyoruz aşağı. Tam derebaşı tesislerine, yani bitişe 100 mt. Kala iki taşın arasından geçerken, çantalardan biri taşa çarpınca kendimi tekrar yerde toprakla haşır neşir olarak buluyorum. İçimden ne şiirler okuyorum bir ben bilirim.

Sen o kadar zorlu virajlardan, taşlardan atla gel son 100 mt.kala düş. Allah’tan sağıma düşüyorum, sol tarafa düşsen motorla uçurumdan uçacağız yani. Neyse motoru kaldırmayı deniyorum,  yukarıda daha önce kaza yaptığımda belirttiğim, karaciğerin hemen altına kaburgalarıma gelen ayna yada tur camının çarptığı yer şiddetli ağrı gösterince motoru bırakıyorum. Emre gelip beraberce kaldırıyoruz motoru.

Düze inip, motorları çekerek biraz burada dinleniyoruz. Hacı olmamızın mutluluğu!! İle yorgunluğumuz ve stresimiz bir an olsun geçiyor.

Tabii bu arada saat 17,30 olduğundan ve önümüzde epey bir yol daha olduğundan hemen yola çıkmaya karar veriyoruz.

Burada da yol bir acaip, bir dağ tırmanıyoruz, dağın diğer tarafından aşağı inip başka bir dağa tırmanıyoruz. Bilgisayar başındayken bu yollar o kadar kolay geliyor ki; “len soğanlı, soğanlı dedikleri yer burası mıymış?” diyip kafa yapıyoruz. Tabii ki gerçekler hiç de PC başındaki gibi olmuyor. Yine dağları, dereleri şelaleleri aşıp, nihayet navigasyonda Uzungöl’e kestirme bir yol görüyoruz. 50 mt. Gittikten sonra buranın orman yolu olduğunu görüp geri dönüyoruz.

Sabah 7,30 -8,00 gibi çıktığımız yola Akşam 19.30 gibi Uzungöl’e varıyoruz. Uzungöl’ü etrafını hiç sevmesemde manzarasına bayılıyorum. Zaten her taraf turistten geçilmiyor, oteller apartlar, hediyelikçiler derken burası bildiğin Taksim Meydanı gibi. Buraya bir birkaç kez gelmeme rağmen etrafı pek gezmedim. Her gelişimde Jandarmanın yanından tepeye çıkan bir yoldan gidilen ve daha önce her gelişimde çadır kurduğum Galo Omad adlı kafeteryaya gidip oturuyoruz. Bir önceki sene geldiğimizden sonra epey değişmiş burası, biraz daha büyütmüşlerve benim samimi olduğum elemanlar çıkmış. Sahibinden çadır kurmak için izin istiyoruz (çünkü hiçbir yerde manzaralı çadır kuracak alan yok) Sahibi çok fazla da isteksiz isteksiz saat 22:00 den önce kurmamak şartıyla kabul ediyor. Akşam yemeği için kuymak ve muhlama ve siparişlerini veriyoruz.

Zaten on saattir yolda olduğumuzdan gözlerimizden uyku akıyor. Nihayet saat 22:00 deçadırımızı kurup hemen yatıyoruz..
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 157 km.
Yol durumu : Hard Enduro
Rota :
https://tr.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=14161803

Derebaşı Virajları (D915)
Derebaşı Virajları (D915)
Karaçam Yolu
Uzungöl Yolu
Uzungöl
Uzungöl

Yedinci Gün

30.07.2016

Sabah saati 6,30 gibi güneşin “kalkın bre miskinler, görülecek dağlar, şelaleler zorlu yollar var” diyip ışığını gözümüze gözümüze sokaraktan uyandırıyor. Hemen kalkıp, elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra motorları yüklüyoruz. Bu arada dünkü kazadan sonra kaburgamın daha da ağrıdığını hissediyorum. Her öksürdüğümde kabugam acaip acıyor. Ortamın verdiği huzur ile bunu çok da kafama takmıyorum.

Burada sabah kahvaltısı yapmadan düşüyoruz yine yollara, kafamda sabah kahvaltısı için harika bir yer var. Çaykara istikametinden Rize’ye doğru sürmeye devam ediyoruz. Giderken sağlı sollu çay fabrikalarından gelen o harika koku, açlığıma açlık katıyor. Rize’yi de geçip Güneysu Kıble dağı’na doğru gidiyoruz. Hedefimiz Kıble Dağı camiye çıkmak.

Tarihi bir geçmişi de olan Cami, ilk olarak 1800’lü yıllarda Meşula Mehmet Efendi ve Kuş Ahmed Efendi tarafından inşa ettirildi. 1960 yılında bu ahşap camide yangın çıkması nedeniyle Yusuf Yılmaz Hocaefendi tarafından yapı yeniden taştan yapıldı. Yapı uzun yıllar bir dua ve ibadet merkezi olarak kullanıldı. Bölgeye gelen insanların yaya olarak ulaştıkları camide konaklama imkânı da bulunmaktaydı. Osmanlı döneminin önemli eserlerinden Üsküdar’daki Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin mimarisi ile yapılan mabed 2015 yılında restore edilere hizmete açıldı.

Kıbledağı Camii
Kıbledağı Mesirelik Yeri
Kıbledağı Camii

Burada kahvaltımızı yapıp, fotomuzu çekildikten sonra bir sonraki durağımız olan Rize’nin Çayeli ilçesine bağlı Ağaran Şelalesi. Yine mis gibi çay kokuları arasında sahilden 10 km. yukarıda bulunan şelaleye doğru tırmanıyoruz. Yaklaşık 500mt. Yüksekliğe, Beton yollardan tırmandıktan sonra, en sevdiğim şelalelerin başında bulunan Ağaran Şelalesine ulaşıyoruz. Motorları parkedip, şortu geçirip, hemen atlıyorum suya.

Buranın en sevdiğim yönü, şelalenin tepesindeki doğal havuzlar. Buraya tesislerin karşısında ufak bir patikadan nefes nefese kalarak çıkabilirsiniz (ama değer)

Burada kamp yapmayı düşünsek’te saatin çok erken olduğundan kamp yapmıyoruz. (ama bir gün yapıcam çok pis bilendim)
Burada da bir süre yüzüp eğlendikten sonra yolcu yolunda gerek diyip yola devam ediyoruz.

Rotamız Ayder Yaylası. Sahile inip Ardeşen’e doğru sürüyoruz, Ardeşen’den Fırtına Vadisi istikametine gidon kırıp, manzarasına bayıldığım o harika yola giriyoruz. Buraya üçüncü gelişim de olsa her gelişimde heyecanlanıyorum. İlk geldiğimde hanımla beraber Ardeşen’den Ayder’e kadar yağmurda sürmüştüm.

Bir 50-60 km. sürdükten sonra nihayet Ayder Yaylasına ulaşıyoruz. Bu arada saat 17,30 oluyor. Gelir gelmez. “Buraya çadır kurmak yasaktır” Tabelasının önüne çadırımızı kuruyoruz.

Akşam yemeği için hava yağmurlu olduğundan oradaki bir pidecide hayatımın en kötü pidesini yedim. Yemekten sonra etrafı turladık. Hava karadıktan sonra yağmur durdu. Oradaki bir tesisin arkasından birkaç kalın odun aparıp bir ateş yaktık.

Ayder’i çok sevmeme rağmen buraya o güzel yolu için geliyorum her zaman. Yoksa Ayder beş para etmez bir yer. Her yer otel, her yer işletme, zaten burası için gelmedim. Ateşi yakıp çayımızı demledikten sonra, sabah kafamda deli planlar çadıra girip güzelce bir uykuya geçtik.
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 202 km.
Yol durumu : Asfalt, beton, çok az stabilize
Canlı Rota

Sekizinci Gün
31.07.2016

Sabah yine 6,30 gibi güneşin bize “kalkın sabah oldu” demesi ile kalkıyoruz. Hava güneşli, ortam harika, içim içme sığmıyor. Buradan yukarıya doğru ilk defa gidicem, heyecan had safhada. Kahvaltıyı daha önce bir yerde okuduğum ve “bende kahvaltıyı burda yapıcam” dediğim Yukarı Kavrun yaylasında meşhur Pastaneci Abdullah Amca ya gitmek için çıkıyoruz yola.

Yol, Ayder’in sonuna kadar harika, ondan sonra yol bozulmaya başlıyor. Hava ne kadar güneşli de olsa, yıkarı çıktıkça sis ve yoğun ormandan yerler sabun gibi.

Yukarı tırmandıkça sis tabakası da yoğunlaşmaya devam ediyor. Yol yine berbat, her taraf çamur içinde. Saat oldu 8.30 ve biz acıktık. Yolun kenarında belki oturup çay demleriz diye akşamdan kalan kuru
Odunları da motora yüklemiştim. Ateş yakmak ne kelime soğuktan bir şey yapamadık. Bir çeşme başına oturup aldığımız poğaçaları kemirmeye başladık

Poğaçaları yerken yaşlı bir teyzeyle amcaya yol sorduk, “az kaldi az, bu yolu böööle takip edun” dedi. Poğaçaları yedikten sonra düştük yola, az gittik uz gittik bir türlü gelemedik Yukarı Kavrun’a yol gittikçe daha da bozulunca, bizim sisnrlerde değişmeye başladı. Zaten zor gelen Emre artık iyice bana saydırmaya başladı. Yarım saat kadar gittikten sonra nihayet bir kavrun yazısı görünce mutluluktan uçtum.

Burası Kaçkar Kavrun Dağ evlerinin olduğu yer. Burasının böyle bir yer olmadığını ve çok güzel bir yer olduğunu resimlerden biliyorudum. Ama etrafta böyle bir yer olmasının imkanı yoktu. Bir taraftan da Emre “hadi boş ver aga” deyince bende strese girdim. “Tamam şu ilerden dönelim o zaman” dedim. Bir 20mt. Gittim gitmedim ilerde karaltılar gördüm, biraz daha gidip sisin içinden kabak gibi Yukarı Kavrun çıkınca, sevinçten dört köşe olduk.

Hemen motorları bırakıp, Pastaneci Abdullah Amca’nın dükkanını sorduk. Biraz yukarda denizden 2310 mt. Yükseklikte sıcak poğaça çeşitlerini görünce dibimiz düştü

Hemen üçer beşer poğaça alıp, sıcacık çayla hüplettik. Ordaki yaşlı amcaların atışmalarına güldükten sonra etrafı gezmek için çıktık dışarıya.

Sis yavaş yavaş kalkınca Kaçkarların muhteşem zirvesi meydana çıkınca tüm yorgunluğum ve stresim balon gibi fıslıyor. Emre’ye oraya gelen tur rehberi eşliğinde Kaçkarların Zirvesine çıkalım diye teklif ediyorum, artık dağdan taştan bıkan Emre, bu teklife Kaçkarların soğukluğu ile yaklaşıyor. Zirve hayalim başka bahara kalıyor.

Burada, Karadeniz turu yapan adının Samet olduğunu öğrendiğimiz İzmitli bir motorcu arkadaşımızla tanışıyoruz. O da geceleyin burada kamp yapmış.

Pastaneci Abdullah
Yukarı Kavrun
Kaçkarlar

Birkaç fotoğraf çektikten sonra geri dönmeye karar veriyoruz. Dönerken sis tamamen kalktığından az önce geçip de görmediğimiz manzara karşısında şaşırıyoruz. Yolda, gelirken gördüğüm “buradan bu motorla geçilir mi” diye düşündüğüm dere kenarında motoru durdurup “ben buradan motorla geçicem aga” diyorum. Emre her ne kadar “manyak lan bu” dercesine baksa da Tenere ile o yüke rağmen dalıyorum dereye. Tam derenin dibine geldiğimde, bir adamla çıkıyor önüme tak diye duruyorum. Oraya turistik amaçla geldiğini tahmin ettiği adamla en az 5-6 sn. göz göze gelip bakıştık. “Bu manyağın burada ne işi var” der gibi baktıktan sonra önümden çekildi.

2 mt. İleri gitmemle suyun içine düşmemle bir oldum Hemen Emre koşarak geldi, zor da olsa motoru suyun içinden kaldırdık. Orada piknik yapan ailelerde hemen tepe başlarına gelerek beni izlemeye başladılar. Tabii erkekliğe pislik sürdürmeyeceğiz ya, atladım motora yine iki metre gitmemle suya bir daha yapıştım.

Rezillik siz boyu oldu. Botun içine su doldu, her tarafım ıslandı. Sağolsun Emre yine koştu motoru yine kaldırdık. Kaldım suyun tam ortasında geri de dönemiyorum, mecbur ileri gidiecem. Su diz boyu, içinde kafam gibi taşlar var. Ön tekere taş dayanınca motoru tutamıyorum. Neyse yine atladım motora bir iki deneme sonunda bir daha yapıştım suya. Neyse yine kalktık motoru düzelltik. Allah’tan her seferinde Tenere çakmak gibi tek kontakta alıyor

Son denememde motor gürleyerek suyun içinden çıktı nihayet. Yoldan geçen araçlar falan durmuş video çeken, selfie yapan, resim çeken orası bir anda kalabalıklaşmış. Neyse çektim kenara botun içindeki suları boşaltıp, çorapları değiştirdim. Botu motora bağlayıp, yürüyüş ayakkabısını giydim.

Bir süre sonra geldiğimiz yoldan Ayder’e indik. Burada da çok kalmadan, Çamlıhemşin’e inip yakıt ikmali yapıp, bir sonraki durağımız olan Zilkale yoluna doğru gidon kırdık. Zilkale yolu gayet temiz ve harika manzaraya sahip bir yol. Yaklaşık bir 12 km. sonra nihayet Zilkale’ye geldik.

Biraz fotoğraftan sonra oranın cafeteryasına oturup rotamızı gözden geçirdik. Normalde rotamız
Zilkale – Yaylaköy – Tirovit – Palovit – Amlakit – Samistal – Hazindağ – Pokut du. Orda çalışan bir gençten rotayı sorduğumuzda “abi oralar çok bozuk siz motorla gidemezsiniz” diyince bütün yelkenler suya düşüyor. Bana kalsa sıkıntı yok basıp gidicem, yani arkadaşımız Samet’te CRF250L var oda sıkıntı yok bana uyar dedi. Emre motoru yüzünden pek de istekli olmayınca Şenyuva tarafından gitmeye karar verdik.
Benim yapmak istediğim rota:
https://tr.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=13919108
Geri dönüp Şenyuva Çinçina cafenin orda ufak bir mola verdik

Kahvenin karşısında çok da belli olmayan bir sapağa girdik. Yol ilk başta beton başlıyor. Daracık yol, manzara süper. Buraya kadar her şey güzel, asıl yol bundan sonra başlıyormuş. Tur boyunca en pis yol (Soğanlı dahil) Böyle bir yol yok. Benim motor üç çanta, Ayder den alıp da yakamadığımız odun bile yüklü. Virajlardan zor dönüyorum. Tırmanış çok dik ve virajlar keskin olduğundan motoru zirveye kadar 7-8 defa yatırıyorum. Ben en önden gidiyorum, yatırnca bekliyorum Emre ile Samet gelip yardım ediyor.

Buralar Londra Asfaltı 😀

Yukarı tırmandıkça sis ve yağmurda atıştırınca yol hepten çekilmez hale geliyor. Normalde Çinçina Kahvesinden Pokut Yaylası 12 KM. bu 12 km.yi tam 2 saatte çıkabildik. Yan yatmalarım artık normal hale geldi.

Bir ara geri dönmeyi bile düşündüm ama yine de inat edip zor da olsa çıktık. Şimdi diyeceksiniz ki; “değdi mi?” buna da siz karar verin.

Hayatımda gördüğüm en güzel manzaraya sahip bir yer burası. Dünyadaki cennet desem tam yeridir. Güzele ulaşmak zordur derler ya; aynen öyle. Pokut nazlı bir gelin gibi derlermiş, herkese yüzü göstermez. Bize de her ne kadar sis de olsa o güzel yüzünü gösterdi.

Burada ufak bir tatsızlık da yaşadık. Buranın yerlileri evlerini turistik amaçlı otellere dönüştürmüşler. Yaylanın girişine kapı gibi bir şey yapmışlar. Emre ile Samet buradan motorla girince, sonradan otel sahibi birinin bağıra bağıra geldiğini gördük. Yok efendim buraya motorla girilmezmiş, (dediği yerde yol) Biizmkileri “sakin ol amca, bilmiyorduk” dese de amca bağırıp çağırdı.

“Buraya çadır kuracağız “ diyince daha da köpürdü. “Burda çadır kuramazsınız, gelin benim otelde kalın” diyince olayı anladık. “Açlıktan ölsek de gelmeyiz senin oteline” diyip Emre ile Samet motoru çekince o da gitti.
Sonradan oranın yerlisinden biri yukarıya çadır kurmamıza izin verdi. Bizimde tadımız kaçtığından vazgeçtik.

Saatin de daha 14.00 olduğundan koca bir günü yememek adına geri dönmeye karar verdik. Unutmadan buranın 5km. ilerisinde Sal Yaylası var, buranında çok harika bir yayla olduğunu okumuştum. Ama arazi şartları izin vermediğinden burayı es geçtik. Yine geldiğimiz o harika!!! Yoldan geri dönüp tekrar Çinçina kahvesine geldik. Orada yerli yabancı turistlerle biraz muhabbetten sonra, yolumaza devam ettik.

Çamlıhemşin’e gelip, oradan da sahile doğru sürmeye devam ederken yol kenarında Fırtına deresinin kenarında ateş yakıp, çayımızı yaptık. Biraz da atıştırdıktan sonra. Sonradan katılan arkadaşımız Samet uyku tulumunun düştüğünü görünce geri dönmek istiyor. Onunla vedalaşıp bizde sahile doğru sürmeye devam ediyoruz.

Sahile geldiğimizde akşam için çadır kurulacak alan arıyoruz, ama sahilde çadır kurmak için alan yok. Bizde yarın sabah gitmeyi planladığımız Mençuna Şelalesine sürüyoruz. Tabii bu arada hava kararıyor, zorda olsa bir dere kenarı bulup, kenarına çadırımızı kurduk. Günün yorgunluğuna dayanamadan erkenden uyuduk.
Gün sonu Raporu ;
Yapılan Km : 162 km.
Yol durumu : Hard Enduro, Asfalt
Canlı Rota

Pokut Yolu
Pokut Yolu
Pokut Yaylası
Çinçiva Kahvesi
Fırtına Deresi
Mençuna

Dokuzuncu Gün
01.08.2016

Dünkü yorgunluktan sonra gece mışıl mışıl uyuduktan sonra, saat 07:00 gibi yeni güne zımba gibi uyandık. Yakında bir restoran vardı ama bu saatte açık olmadığından kahvaltıyı sonraya erteledik.

Buraya gece geldiğimizden şelale buralardadır herhalde dedik. Tabela’da var Mençuna Şelalesi diye. Motorları kamp alanında bırakıp, başladık okları takip etmeye. Yanlış hatırlamıyorsam tahta köprüden itibaren 800mt.

Her 100 mt. De bir küçük oklar ve kaç mt. Kaldığı yazıyor. Yukarı doğru çıktıkça artık nefes nefese kalıyoruz. Yolda giderken bu küçük doğal çeşmeye rastlayıp kana kana su içiyoruz :

Epey bir yürüdükten sonra nihayet Mençuna Şelalesine geliyoruz ama beklediğimiz kadar çok akmayan bir şelale ile karşılaştık. Biraz şelale havası aldıktan sonra, motorlara atlayıp 6-7 km. ilerde bulunan Tarihi Çiftkemer köprüsünü tesadüfen görüp duruyoruz.

Biraz burada oyalandıktan sonra Arhavi Merkez’e geliyoruz. Burada yaptığım kazadan dolayı yamulan çantaları geçici olarak düzelttirmek için bir kaportacı buluyoruz. Çantaları söküp içindekileri boşalttıktan sonra, çantaları bırakıp, sanayi de kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıdan sonra kaportacıya gidip. Düzelttiği çantaları geri taktık.

Daha sonra artık bu kadar dağ taş görmek yeter diyip sahilden Gürcistan’a gitmek üzere Sarp sınır kapısına sürüyoruz. Yaklaşık 35-40 km. sonra sınıra geliyoruz.

Burada sıra var, ama biz motorlara sıra yok tabii. Öyle sevine sevine ön sıralara geçince sistem arızası yüzünden 2 saat sıcak altında pişiyoruz. Neyse bir süre sonra sistem gelip Türk tarafına 15 TL verip harcımızı alıp geçiyoruz. Gürcü tarafında hiç sıkıntı yaşamadan kimlik ve ruhsatları gösterip kolayca geçiyoruz.

Yazar : tenekecelebi

Yorum Yap